24 Nisan 2010 Cumartesi

Terbiyesiz Herifler!

Şu an Beşiktaş-Sivas maçını seyrediyorum. İlk 45 dakikanın yaklaşık 35 dakikası boyunca stadyumun sesi kısılmak zorunda kaldı. Aziz Yıldırım'a, annesine, Mahmut Özgener'e edilmedik küfür kalmadı. Neymiş efendim; Bilica şunu yapmış, Lugano şöyle etmiş, hakemin kıçı başı oynamış. Bırakın bu işleri! 3 kuruş top mu oynadı takımınız bu sene? Neyi hakkettiniz de elinizden aldılar? Klasik Beşiktaş profili... Veryansın anasını satayım. Bir de stada 23 Nisan için özel çocuk tribünü yapmışlar. Kameralar tribünlerde ebeveynleri ile oturan Beşiktaş formalı çocukları gösteriyor. Arkada küfür kıyamet gırla. Terbiyesiz herifler!

21 Nisan 2010 Çarşamba

Git Kendini Çok Sevdirmeden

Garip milletiz gerçekten. En çok sevdiğimizin sürekli açıklarını yakalamaya, onu daha çok hırpalamaya çalışırız. Psikolojinin temel kurallarından biri olan kendini haklı çıkarma ve tutarlı davranma sürecini ise dost acı söyler atasözüyle perçinleriz. Önce havaalanında meşalelerle karşılarız, sonra tesis çıkışında yumruklarız. Hayatında hiç görmediği ilgiyi gencecik çocuklara gösteririz, tribünde ana avrat söveriz. Ama psikoloji ve insan ilişkilerinin en temel kurallarından bir diğerini, empati yapmayı hiç düşünmeyiz. Kendimizi senede 3-5 milyon kazanan bir gencin yerine koymayız.

Sadece futbolcularımıza karşı değil, neredeyse toplumun gözü önünde şan ve şöhret sahibi tüm insanlara davranış şeklimiz böyledir. Bir şarkıcı estetik yaptırır, her gece aynı yatağa girdiği kadının vücudundaki yada kendimizdeki estetiklerine bakmadan aşağılayacı ses tonuyla bunu haber yaparız. Filmi vizyona yeni girmiş bir oyuncuyu İstiklal'de sarhoş yakalar, aynı saatlerde yan sokakta kendimizin demlendiğini unutur, "ŞOK, ŞOK, ŞOK" çığlıklarıyla kitlesel medyayı bununla meşgul ederiz. 23 yaşında bir çocuk sevgilisine jest olsun diye sinema kapatır, bu kadar paraya ve şöhrete sahip olsak nasıl alemler yapacağımızın hayallerini kura kura bu çocuğu yerden yere vururuz.

Bizim sevgimiz böyledir. İki yüzlü bir toplumuz. Bunu bir kere kabul edelim. En can alıcı konularda bile çark ederiz göz açıp kapatıncaya kadar. Bayılırız kalem kırmaya, ceza kesmeye. Hele ki, biri sivrilmeye görsün. Hemen açığını ararız; onu ne kadar seversek sevelim. Bir de Galatasaray tribünlerinin karışık demografik yapısını bu işin içine katarsak daha anlaşılır olur bu duygusal iniş çıkış. Önce Fenerbahçe maçında daha bitime 20 dakika varken yenilen gol sonrası takımı ıslıklamak, bir dönem tabanlarımı şişirdiğim, gırtlağımı patlattığım tribünlerden tiksirdi beni. Hiç mi "Comeback" diye bir terim duymadınız? Hiç mi bu takım 1-0'dan maç çevirmedi? Bu kadar mı güvensizsiniz takımınıza?

Aynı taraftar her maç öncesi 22 yaşında Galatasaray kaptanı olmuş Arda'yı, 9 sezondur sarı-kırmızılı formayı giyen Ayhan ve kandisinden yaşça büyük olan ve alt yapıdan yetişen Sabri'ye rağmen, büyük kaptan diye tribünlere çağırmakta hiçbir sorun görmüyordu. Ta ki, sinema kapatma, 20.000 euroluk ceket gibi saçma sapan konular gündeme gelene kadar. En sevdikleri adamı, kaptanlarını saha dışı olaylar yüzünden ıslıkladılar, canını yakmak için şarkılar bestelediler. Beste olayına değinmek istiyorum. 3 büyükler arasında en cansız taraftar kesinlikle Sami Yen kitlesidir. Hep aynı tempo, aynı şarkı... Arada takım gaza geldimi "Re, re, re, ra, ra, ra" başka bi numarası yoktur sözde cehennemin. Bunu "Biz cehennemi Galatasaray'ın stadı zannediyorduk, ama asıl cehennem burasıymış. Burasının cehennemden tek farkı herkes beyaz giyiyor" sözleriyle Beşiktaş-Tottenham maçı sonrası Tottenham'ın teknik direktörü Martin Jol en iyi şekilde dile getirmişti. Böyle bir taraftar kitlesinin takımları için hiçbir şey üretmiyorken, skora dönük en üretken adamı böyle yermesini, canını yakmasını açıklayacak tek kavram sırttan bıçaklamaktır.



Biz sevdiğimize böyle davranıyoruz işte. Canını yakmaya, kalbini kırmaya, onun kafasını allak bullak etmeye çalışıyoruz. Yeter ki, bu adam hatalar yapsın, sahada düşüş göstersin. Biz de haklı çıkıyoruz böylece. Acaba kıskanıyor muyuz bu insanları? Aldıkları paralar, yaşadıkları hayat, yaptıkları işle bizi ne kadar mutlu etseler de, maç bitip kendi hayatımıza döndüğümüzde bizi kıskançlık duygusu içinde ihanete mi zorluyor? Durum bu ise Arda'ya tek şey tavsiye edilir, git abicim kendini çok sevdirmeden. İngiltere olur, İspanya olur, İtalya olur. Yeter ki git, kurtar kendini!

Abartmayın Arkadaş!

Danimarka Ligi takımlarından Nordsjaellan’da oynayan Bajram Fetai ve takım arkadaşları Silkeborg’a attıkları gol sonrası sevinci biraz abartmış gibi. Gol sevinci gösterilerinin oyunu güzelleştirdiği fikrine bende katılıyorum. Zaten jeneriklere, reklamlara, dvd kapaklarına, posterlere genelde konu olur gol sevinçleri ama bu biraz olmamış. Abartı ve agresif kaçmış biraz.


Hilarious Goal Celebration Must SEE!
Yükleyen footballove. - DiÄ�er spor ve ekstrem spor videolarına göz at.

6 Nisan 2010 Salı

"Saksağanlar" Yeniden!

Premier League'in özlenen takımı Newcastle United 1 sezon aradan sonra tekrar devler sahnesine çıkmayı garantiledi.

Newcastle United... Türkiye'deki Premier League izleyecilerinin neredeyse tümünün sempati beslediği bir takımdı, ta ki 2008/2009 yılına kadar. Ne olduysa o sezon oldu, her ne kadar şatafatlı stadları St. James'Park'ı büyütüp, her menejerlik oyununda avrupa kupalarında başa oynayacağınız bir kadro kursalar da; 24 Mayıs 2009'da Aston Villa'ya Villa Park'ta 1-0 kaybettikleri maç sonucu 16 yıl aralıksız mücadele ettikleri Premier League'den düşmüşlerdi. Bayağı üzülmüştüm Newcastle'ın düştüğünü duyunca. Ne de olsa çocukluğumun efsaneleri Alan Shearer, gerçi Blackburn'de efsane olmuştu benim için, David Ginola, Nolberto Solano, Gary Speed, Laurant Robert bu formayı terletmişti senelerce. Üstüne bir de Emre Belözoğlu'nu koydular orta sahanın göbeğine, iyiden iyiye taraftarı oldum Saksağanların. Ama geçtiğimiz sezon Championship'e düşmeleri, Leeds efsanesinin çöküşünün bir kopyası gibiydi. Kulüp sahibi ile taraftarın çatışmaları, sadece isimlere ödenen; sahada hiçbir geri dönüşü olmayan milyonlarca sterlinglik transfer ücretleri, teknik ekip ile yaşanan mali sorunlar ve birikmiş dağ kadar tazminatlar. Durum böyle olunca ligden düşmek çok uzakta değildi Newcastle için.

24 Mayıs 2009, Villa Park, Birmingham. Kevin Nolan ve takım arkadaşları bitiş düdüğüyle beraber Premier League'den düşmeninin üzüntüsü içinde.

Kulübün başkanı Mike Ashley, taraftarın gerçekten nefret ettiği bir isim. Takım küme düşünce Bu herkes için feci bir tecrübe oldu. Çok para kaybettim ve bazı hatalı hamleler yaptım. Şu anda kulubü olabildiğince çabuk satmaktan başka bir düşüncem yok.” açıklamasını yapmıştı. Kulübü o dönemde satamayan başkan, panik olmuş bir şekilde ardı ardına yönetim hataları yapıyordu. Önce taraftarı çileden çıkaran futbol eski direktörü Dennis Wise skandalı patladı. 2009 yılı Nisan ayında görevine son verilen Wise'a temmuz ayında hala 80.000 sterling aylık maaş ödeniyordu, ardından kulüpte sadece iki yıl futbolcu olarak forma giymiş olsa da (1982-1984) taraftar için efsane isimlerden biri olan teknik direktör Kevin Keegan'a iki milyon sterling tazminat ödemek zorunda kalıyordu kulüp. Artık siyah-beyazlı taraftarlar iyiden iyiye zıvanadan çıkmışlardı, tüm bunların üzerine başkan Mike Ashley'nin teknik direktörlük için teklif götürdüğü bir diğer efsane Alan Shearer'dan red cevabı alması üzerine yeniden Kevin Keegan ile anlaşmaya çalışması taraftarı sinir hastası etmişti.

Newcastle taraftarı başkan Ashley'i protesto etmek için Hull City maçını boykot ediyor.

O kadar başarısız bir yönetim vardı ki takımın başında; Keegan bile değerini yitirmişti artık tribünler için. Takımın başında ingilizlerin tabiri ile "caretaker" yani geçici olarak, durumu idare etmek için İrlandalı Chris Hughton getirilmişti. 13 yıl Tottenham'da forma giymiş başarılı bir futbolcuydu Hughton. Taraftarın Keegan'ın takımın başına tekrar geçirilmesine karşı kampanyalar başlatmaları ve geçici olarak takımın başına getirilen İrlandalının kalmasını istediklerini her maç tribünlerde açtıkları pankartlar ile tüm dünyaya duyurmalarının üzerine antipatik başkan Ashley'nin söyleyecek çok sözü yoktu. Sezon başı yaşanan bu gerginlikler sonunda Hughton'un takımın başında kalmasına karar verildi. Zaten karar verilmeden önceki iki ay boyunca Newcastle ligde çok başarılı sonuçlar almış ve Hughton iki ay üst üste Championship'in en iyi teknik direktörü seçilmişti. Sezon ortası biraz bocalayan takım, en son Derby County'ye şubat ayında 3 golle mağlup olunca tribünlerde çatlak sesler çıkmaya başlamıştı. Ancak bu tarihten sonra yaptıkları 11 maçlık bir seride hiç yenilmediler. 8 galibiyet ve 3 beraberlik aldılar. Son olarak geçtiğimiz hafta St. James' Park'ta ağırladıkları Sheffield United'ı 2-1 yendikleri gün, lig üçüncüsü Nottingham Forest'in Cardiff City ile 0-0 berabere kalmasıyla Premier League yolu açıldı "Magpies" için. (Takımın sembolü olan siyah-beyaz renklerin saksağan kuşunun renkleri olmasından dolayı takımın lakabı ingilizce saksağanlar demek olan "Magpies"dir.)

Sheffield United maçında bir Newcastle taraftarı Premier League'i kutluyor.

Yaşadığı büyük sıkıntılara rağmen geri dönmeyi başaran Newcastle United'ı gönülden kutlamak gerekiyor. Nitekim aynı başarıyı Leeds United, Nottingham Forest, Sheffield Wednesday gibi takımlar benzer krizlerden sonra gösterememişlerdi, tam aksine durum onlar için daha da kötüye gitmiş, Championship denen 2. ligden bir alt lige düşmüşlerdi. Değişen ekonomik şartlara ayak uyduramamak ve başarısız kriz yönetimi dev kulüpleri bu hale getirirken fırsattan istifade eden Stoke City, Hull City, Burnley gibi takımlar efsane kulüplerin yerini birer birer aldı Premier League'de. Bu sezon benzer krizleri başka bir köklü kulüp Portsmouth da yaşıyor. Üstelik 2008 yılında FA cup'ı kazanmalarına ve bu sezon aynı kupada yarı finale çıkmalarına rağmen. Dileğim dünyanın en iyi ligine gerek tarihleri, gerek taraftar potansiyelleri, gerekse de karizmaları ile hak eden takımların tekrar çıkmaları. Newcastle'ın başarısını kutluyorum, darısı Leeds'in, Nottingham'ın, Sheffield Wednesday'in başına.