27 Ağustos 2010 Cuma

Bir Teranenin Sonu Demişken

Geçen gün bir teranenin sonu diye bir yazı yazmıştım. 3 büyüklerin yarattığı korku tünelinin son yıllarda çatırdaması ve geçen sezon Bursa'nın şampiyonluğu ile tamamen çökmesi hakkında. 30 yıl sonra Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe'nin aynı hafta yenilmesi bir tesadüf değildi. 3,4 gün sonra oynadıkları maçlarda herşeyin bambaşka olacağını kimse düşünmüyor olmalıydı normal olarak.

Trabzon'u diğerlerinden biraz ayrı bir yere koymak lazım. Sonuçta ne kadar son yılların en kötü dönemini geçirselerde elendikleri takım Liverpool'du ve 180 dakikalık turun sadece son 5 dakikasında karşılarındaki dünya devi rahat nefes alıp verebildi. Ayrıca hem dışarıda hem içeride istedikleri her an oyunu rakip sahaya yığmayı başardılar. Fizik ise olarak rakiplerinden genelde üstündüler

Gelelim diğer "Büyüklere". Öncelikle kısaca Beşiktaş'tan bahsedelim kesinlikle en kolay kura onlarındı. Ancak içeride işi bitimiş gibiydiler. Ve daha maçın başında Quaresma'nın güzel golüyle bugün yapılacak kura için cam kavanozdaki kağıda isimlerini yazdırmışlardı. Ancak fizik güce gelince, sezon sonuna yaklaşılan Finlandiya Ligi'nin lideri kesinlikle arkasına gazı aldığı dakikalarda Beşiktaş'tan daha iyiydi, ayrıca 0-2' de bile istediği her kanat akınında çizgiye inmeyi başardılar, sadece Cenk kesinlikle günündeydi ve HJK'nın bir Bobo'su ya da Quaresma'sı yoktu. Daha zorlu rakipler karşısında ne yapacakları merak konusu. Şu ana kadar yakaladıkları harmoni bir hezimet sonrası bozulur havaları hala var.

Gecenin asıl üzücü kısmı, eğer turu atlasalardı muhtemelen 2. torbadan kupaya katılacak olan Fenerbahçe ve Galatasaray' ın 4. torba takımlarına elenmeleri oldu. Özellikle Galatasaray'ın dün gece sadece 1 pozisyona girmiş olması ve golüde bu pozisyondan değil, defansın tökezlediği bir anda bulması düşündürücüydü. Lviv kelimenin tam anlamıyla top göstermedi bizim "Devimize". 4-5 pas yapabildiler mi arka arkaya onu bile merak ediyorum. Fenerbahçe'nin Antalyaspor galibiyetinin yarattığı akıl karışıklığı ise sona erdi bence dün gece. Artık herkes Fenerbahçe'nin iyi giden bir dönemde zorlu iki maçtan yenik ayrıldığını değil, kötü giden bir dönemde zayıf bir takımı farklı yendiklerinin farkında. Sonuç olarak kötü oldu dün gece, yıllardır bir türlü 10. ve 7. arası gidip gelmekten kurtulamadığımız UEFA ülke puanları sıralamasında 4 büyükler ile 2. kupada hatırı sayılır puanlar toplama şansını kaçırdık hem de sadece Trabzonspor'un elenmesini beklerken.

24 Ağustos 2010 Salı

Beşiktaş Neyin Peşinde?

Bu sabah ajanslara bir haber düştü. Uyandım gazeteyi açtım, "Vay anasını!" dedim. Aklım almıyor bu transferleri Demirören yönetiminin yaptığına. Beşiktaş'ı tutmayanlar için Demirören'nin her sezon yaptığı saçmalık transferler siyah beyazlılara yüklenmek, uğraşmak isteyenlerin en sağlam kalesidir. Guti, Quaresma, Hilbert isimlerini duyunca bayağı bir şaşaırmıştık. Tabi Guti ayrı bir şaşırtmıştı bizi. Şimdi Marco Aurelio gelmiş İnönü'ye. Tek kelimeyle bravo, Türk pasaportu taşıyan, Valencia'lı Mehmet Topal'ı milli takımda hem Terim hem Hiddink döneminde kesen Aurelio'nun tek zayıf noktası dizindeki sakatlık. Ama kesinlikle çok yararlı bir transfer olacak. Necip'i mi kesicek soruları düşmüş forumlara. Kendinizi Necip'in yerine koyun, oyunu okumayı ve ne olursa olsun ileri oynamayı Guti'den, kemik sesleri arasında mücadele etmeyi Ernst'en, orta saha oyuncusu olarak savunma yaparken skor değiştirmeyi Aurelio'dan öğrenirse dünya üzerinde var olmayan bir orta saha oyuncusu tipi yaratıp kendi ekolünü kurabilir. Dualarımız Schuster'in bu genç çocuğu kulübede unutmaması için.

Bir Teranenin Sonu

3 büyüklerin hepsinin bu hafta sonu sahadan ellerinin boş ayrılmasını kağıt üzerinde sadece bir istatistik olarak görebilecek birçok spor yorumcusunu dinledim bu haftasonu. En son 30 yıl önce yaşanmış bir hadise aslında Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin aynı hafta yenilgiye uğramaları. Ancak işin rengi biraz daha değişik. Transfere en çok parayı harcayan, en çok kombine ve forma satan, ülkemize en ünlü futbolcuları getiren, en çok şampiyonluk kupasını götüren bu takımların kurdukları korku imparatorluğu artık en sağlam kolonlarından çatırdamakta. Bir teranenin sonu da diyebiliriz artık bu haftaki sonuçlara bakarak.

Artık öyle 10 milyona adam aldık şampiyonuz, vay taraftar gelmiş stad olmuş cehennem, içerde her maç banko bizde hikayelerini yemiyor artık anadolu'nun cengaver hocaları ve onların yetiştirdikleri jenerasyon. Umarım kalburüstü takımlarımız bu yükselişi 3 büyükleri tetikler ve armut piş ağzıma düşçü büyüklerden, "Şahtık, şahbaz olduk" çu büyüklere doğru bir mental dönüş yaşarız. Çünkü ne olursa olsun içerideki savaş, mücadele ve azim daha yeni başlayan 2010-2011 avrupa macerasında bu takımlara başarı getirecektir.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Yavaş Yavaş Delirdi, Kimse Fark Etmedi!



Uzun bir aradan sonra global futbol hareketi kaldığı yerden devam ediyor. Yaz aylarının boğucu sıcaklığı, asker sonrası artan iş temposu derken, tabi bu arada koskoca bir Dünya Kupası'nı kaçırmanın ezikliği içerisinde, yazılarıma yeni sezonla beraber tekrar başladım.

İsim değiştiren ligimizde herşey sil baştan başlarken, geçtiğimiz haftanın bence en önemli olayı Sivas-Galatasaray maçında "cool" luğu ile gönüllere taht kurmuş Frank Rijkaard'ın şizofrenik semptomlarının tavan yapmasıydı. Geçen sezondan kalan bir hesap kesme isteği olabilir hollandalının kafasındaki, ancak takımı golü bulunca ekranlara pek keyifli yansımıştı maçın başında. Sivas'ın attığı ilk golün tartışalabilecek bir pozisyondan elde edilen serbest vuruşla gelmesinin yanında, yan hakemin faul kararını verir vermez tüm Galatasaraylı futbolcuların ve kulübenin çılgına dönmesi tek bir şeyin açıklayacısı olabilir. Hepsi o pozisyonda gol yiyeceklerini biliyorlardı. Aynı OFK Belgrad maçında olduğu gibi. Ayrıca Sivas'ın galibiyetini getiren 2. golde önce Hakan Balta'nın halı saha maçında yapılmayacak hatası ile kaptırılan topu tüm defansın izlemesi bardağı taşırmıştı Frank hoca için ama ne yan hakem ne Sivasspor yardımcı antrenörü suçlanması gereken kişiler değillerdi. Bir çok kişi hala Frank Hoca'ya dil uzatamıyor ama galiba bu aşı tutmadı. Yapamadı Hollandalı. Sonunda olan oldu, yavaş yavaş delirdi kimse fark etmedi.