31 Mart 2010 Çarşamba

En İyi Futbol Fotoğrafları - 3



Fotoğrafçı: Simon Bruty

8 Temmuz 1990, Roma Olimpiyat Stadı. İtalya 90 final maçında Arjantin'i 1-0 ile geçen Federal Almanya kupanın sahibi. Zorlu bir kupaydı Almanlar için. Sırasıyla Yugoslavya, Birleşik Arap Emirlikleri, Kolombiya, Hollanda, Çekoslovakya, İngiltere ve son olarak Arjantin engellerini geçmişlerdi. Juventus ve Borussia Dortmund'un efsanesi Jurgen Kohler kupa elindeyken tüm yorgunluğunu unutmuş gibi. Kesinlikle dünya gözüyle görebildiğim en iyi dünya kupasıydı.

24 Mart 2010 Çarşamba

BU ÇOCUKLARA DİKKAT!

Guus Hiddink’in milli takımın başına gelmesiyle birlikte gurbetçi futbolcular tekrar gündeme geldi. Hollandalı teknik adam imza töreninde de bu oyuncular hakkındaki sorulan sorulara “ekibimizi kurup ve hepsini yakından takip edeceğiz” yanıtı verdi.

Uzun süredir dünya futbol gündemini meşgul eden bir konu çift pasaportlu futbolcular. Almanya, Hollanda, Belçika gibi birçok gelişmiş Avrupa ülkesi, göçmen olarak ülkeye gelmiş ailelerin üçüncü kuşak çocuklarının milli takıma alınmasını tartışıyor. Ancak durum ülkemizde tam tersi. Yaklaşık 5 milyon vatandaşımızın yaşadığı Avrupa’da binlerce çocuğumuz bulundukları ülkelerde top koşturuyor. Fatih Terim döneminde de gurbetçi oyunculara büyük önem verileceği açıklanmıştı ancak Mesut Özil, Serdar Taşçı, Eren Derdiyok, Gökhan İnler gibi isimlere milli formayı giydiremeyen federasyon oldukça eleştirilmişti.

Guus Hiddink’in göreve geldikten hemen sonra yardımcıları Engin İpekoğlu, Erdal Keser ve Oğuz Çetin’i bu konu ile ilgili görevlendirilmesi ve Türk oyuncuları izlemek için Avrupa’ya yaptıkları sefer, genç oyuncuların milli takıma kazandırılması için büyük bir adım olarak görülüyor. Hollandalı teknik adamın ve ekibinin yakından takibe aldığı, A milli takımın geleceği olan genç oyunculardan bazılarını tanıyalım.

Ömer Toprak – SC Freiburg

21 Haziran 1989 Ravensburg-Almanya doğumlu olan defans oyuncusu Almanya 19 ve 21 yaş altı milli takımlarında forma giydi. 19 yaş altı Alman milli takımı ile Avrupa şampiyonluğu bulunan futbolcu, 2009 yılından geçirdiği ciddi kazadan 7 ay sonra yeşil sahalara döndü. 2011 yılına kadar SC Freiburg ile sözleşmesi bulunan oyuncuyu geçtiğimiz hafta oynanan SC Freiburg-Mainz maçında Oğuz Çetin izledi.



Gökhan Töre – Chelsea


20 Ocak 1992 Köln-Almanya doğumlu. SV Adler Dellbrück ve Bayer Leverkusen’de oynadı. Ardından Chelsea’ye transfer olan genç oyuncu Türkiye 15, 16, 17 yaş altı ve ümit milli takımda forma giydi. Her iki kanatta hücuma yönelik oynayabilen genç yeteneğe A milli takım formasını giydirebilmek için Almanlar da büyük çalışma içinde. Gökhan’ı son olarak Ali Sami Yen’de oynanan Türkiye-Slovakya ümit milli maçında izledik.



Mehmet Ekici – Bayern Münih


25 Mart 1990 Münih-Almanya doğumlu. Bayer Münih alt yapısında yetişti , orta sahada oynuyor. Almanya 17, 18, 19 ve 20 yaş altı milli takımlarında forma giydi. Engin İpekoğlu oyuncuyu takibe aldıklarını açıkladı.



Taner Yalçın – FC Köln


18 Şubat 1990 Köln-Almanya doğumlu. İlk profesyonel maçına ağustos 2008’de E. Frankfurt’a karşı çıktı. Orta sahada oynayan genç oyuncu halen FC Köln kadrosunda ve Bundesliga’da mücadele ediyor. Sezon başı Daum’un Fenerbahçe’ye getirmek için çok uğraş verdiği futbolcu Alman ve Türk milli takımlarının her ikisinde de alt yaş gruplarında forma giydi.



Tunay Torun – Hamburg SV


21 Nisan 1990 Hamburg-Almanya doğumlu. Almanya 17 yaş altı milli takım kampındayken Hami Mandıralı’dan gelen telefon üzerine Türkiye milli formasını giymeyi tercih etti. Şu an Hamburg SV profesyonel takımında oynuyor. Bundesliga’da çıktığı ilk maçta Karlsruhe’ye attıkları galibiyet golünün asistsini yaparak dikkatleri çekti. Liverpool, Bolton ve ülkemizden üç büyüklerin transfer listesinde.



Güngör Kaya – FC Nurnberg


27 Nisan 1990 Bochum-Almanya doğumlu. VFL Bochum alt yapısında yetişti. 2009 yılında FC Nurnberg’e transfer oldu. Forvet oyuncusu ve 19 yaş altı milli takımımızda forma giyiyor. Bu sezon FC Nurnberg II. Takımında, Regionalliga Sud liginde forma giyiyor ve 14 maçta 9 gole imza attı.



Burak Kaplan – Bayer Leverkusen

2 Ocak 1990 Köln-Almanya doğumlu. Orta sahanın ortasında görev alan oyuncu geçtiğimiz sezon Leverkusen ile profesyonel anlaşma imzaladı. 17 ve 19 yaş altı Türk milli takımlarında forma giyen oyuncu, A milli takım için kimsenin kendisiyle görüşme yapmadığını belirtti ve ileride hangi milli takımın formasını giyeceği hakkında kesin karar vermediğini söyledi. Guus Hiddink göreve geldikten sonra Erdal Keser tarafından izlenmeye alındı.



Hakan Duyan Burton - FC Liverpool


9 Ağustos 1991 Watford doğumlu. 2007 yılında, daha 16 yaşındayken FC Liverpool'un Şampiyonlar Ligi kadrosunda 3. kaleci olarak yer bulmuştu. Şu an Shrewsbury Town FC PAF Takiminda kiralık olarak forma giyiyor. Ayrıca 19 yaş altı milli takımımızın da kalecisi. Engin İpekoğlu tarafından takip ediliyor.

18 Mart 2010 Perşembe

PSGlilere Seyahat Yasağı!

Şubat ayının son haftasında Paris'te oynanan PSG-Olympique Marseille maçından önce ev sahibi takımın iki taraftar grubu arasında çıkan kavgada ağır yaralanan PSG taraftarı geçtiğimiz hafta hayatını kaybetti. İsmi açıklanmayan PSG taraftarının, kulübün taraftar grubu olan Kop of Boulogne' nun üyesi olduğu öğrenildi. PSG'nin aşırı sağ eğilimli grubunu 2001 yılında Galatasaray taraftarlarını Parc des Princes Stadı'nda "linç" etmeye çalışırken hatırlıyoruz.

Geçtiğimiz günlerde adını hatırlayamadığım bir dergide, Paris'in dünya'nın en geniş etnik çeşitliğe sahip 2. metropolü olduğunu okumuştum. Kayıtlı olarak 139 ülkenin vatandaşı yaşıyormuş bu şehirde. Durum böyle olunca Kop of Boulogne liderlerinin genç faşolara hedef gönderme işi oldukça kolay oluyordur. Özellikle Marsilya gibi Arap ve Mağrip akınına uğramış kentin takımı kente gelince, parti gerçek anlamıyla başlıyor olmalı onlar için.

Ama bu kez Marsilya'lıların korktukları başlarına gelmedi. Ev sahibi takımın Kop of Boulogne ve Tribune d'Auteuill grupları arasında çıktı asıl kavga. Sonuç olarak bir taraftar hayatını kaybetti.

Kulüp başkanı Robin Leproux "Sezon sonuna kadar deplasman maçları için bilet satmayacağız." açıklamasını yaparak, deplasman maçlarında yoğun olarak destek gördükleri fanatik gruplara yaşanan olayın faturasını ödeteceğini gösterdi.

İşte fanatik PSG tribünlerindeki holiganların görüntüleri.


Kop of Boulogne PSG KOB-Teaser
Yükleyen 21centimes. - DiÄ�er spor ve ekstrem spor videolarına göz at.


PSG-Galatasaray 13 mars 2001
Yükleyen cimbomparis. - DiÄ�er spor ve ekstrem spor videolarına göz at.

15 Mart 2010 Pazartesi

Kendimize Ait Bir Oyun

Şu an Guus Hiddink'in imza töreni için düzenlenen basın toplantısını izliyorum. Söylediği "Kendimize ait bir oyunumuz olacak, Türkiye'ye ait bir oyun olacak" sözü beni çok etkiledi. Yıllardır ite kaka, "bizim takım ne oynuyor?" sorusunu sora sora geçirdik eleme gruplarını, play-offları, turnuvaları. Oyunun taktik yönünden çok, gaza gelme potansiyelimiz ile var olabiliyoruz dünya sahnesinde. Hep son dakikayı, hep son maçı, hep kaybedilen kolay puanların telafisi için mucizevi galibiyetleri bekliyoruz. Millet olarak her konudaki tutumumuz böyle olunca, yerli bir teknik direktörü bu yüzden istemiyordum. Hiddink'in Güney Kore'ye, Avustralya'ya ve Sovyetlerden sonra hiç görünmeyen Ruslara bir karakter kazandırması bu isteğimi en çok güçlendiren nedendi. Milli takımın bu kafayla bile 2002 Dünya Kupası'nda 3.'lük elde etmesi, Portekiz, Çek Cumhuriyeti, Fransa, İtalya ve Hollanda gibi her turnuvanın gediklisi takımların en fazla çeyrek finale kadar gelebildiği Euro 2008'de yarı final oynaması potansiyelimizi gösteriyor. Bu potansiyele bir de ekol yaratmış takımlara karşı sadece kendi oyununu oynayan, rakibe göre değil; rakibin bize göre taktik yarattığı bir takım oyunu oynadığımızı düşünsenize. Şahsi fikrimi sorarsanız, karışık memleket şartları Hollandalının kafasını ikinci kere attırmazsa güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler.

12 Mart 2010 Cuma

Son Don Kişot Ergiç

Her sezon Anadolu'dan 4 büyükler dışından bir şampiyon çıkarmanın kapısından dönen ligimizde, bu yıl Bursaspor herkesin içindeki ateşi tekrar yaktı. Yıllar boyunca Gaziantepspor, Kocaelispor, Samsunspor, Gençlerbirliği ve son olarak Sivasspor'un yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiği bu yarışta yüzümüzü güldüren olmadı, olamadı. Ama bu sezon Bursaspor bir başka. Taraftarı, yöneticisi, teknik direktörü, futbolcusu ile pusuda bekliyorlar. Son 2 yıl Sivasspor'un zaman zaman kendi tekerine nasıl çomak soktuğunu görmüşler ki; büyük takımların saha dışı pundunlarına düşmüyorlar. Bırakın büyük takımları, Diyarbakır deplasmanında bile soğukkanlılıklarını bozmadılar.

Askerliğini DTP'nin kapatıldığı dönem Diyarbakır'da yapan biri olarak rahatlıkla kentin çok gergin bir durumda olduğunu söyleyebilirim. Her hafta bir olay, her akşam ajanslarda bir çatışma vardı kısa bir süre önce. Bu gerilim altında Timsahlar hala futbol oynamayı düşünüyordu Atatürk Stadı'nda. Ali Tandoğan hemen dibine düşen taşlara bakmadan korner atışını kullanmaya çalışıyor, takım tüm bu olanlara rağmen gol bulmaya çalışıyordu. İyi ki bulamadılar, yoksa neler gelirdi başlarına tahmin bile edemiyorum. Ardından Kasımpaşa deplasmanı. Net fubol, net skor...

Asıl konumuz Ergiç'e gelmek için Kasımpaşa maçına değinmek istedim. Takımının 2. golünü ustaca bir ayak dışı vuruşla atmıştı eski Baselli. Ergiç adını çoğumuz ilk yeşil beyazlı forma altındayken öğrendik. Gerçi Star Tv'nin Şampiyonlar Ligi özet görüntülerini seyretmek için gece yarılarını geçirenler, Basel forması altında onu çok iyi hatırlarlar. Şimdilerde Beşiktaş'ta kaybolan Delgado ve şu an Hamburg'da forma giyen Mladen Petric ile harika oynuyorlardı.


Ergiç'in kariyerini anlamak için onun hayatını da anlamak gerekiyor. 21 Haziran 1981'de, şu an Hırvatistan sınırları içinde bulunan, Yugoslavya'nın Sibenik kentinde dünyaya gelen Ergiç, daha çocukluk yaşlarında savaşın acı yüzünü en derinden yaşamış. Ailesinin Avustralya'ya kaçma kararı ile birlikte onlu yaşlarında ülkesinden ayrı kalmak zorunda kalan Ergiç, reşit olur olmaz Avustralya'da Perth Glory ile profesyonel sözleşme imzaladı. İlk kulübünde, daha çocuk sayılabilecek yaşta 31 maçta 10 gol atınca İtalyan devi Juventus tarafından Torino'ya getirildi. Ancak bu dönem Ergiç için okların aşağıyı gösterdiği bir dönem oldu. Karl Marx, Jean-Paul Sartre ve Frankfurt okulu hayranı bir sosyalist Ergiç. Ülkemizde çok fazla görmeye alışmadığımız bir karakter. Daha çizmeye gelir gelmez ilk on birde oynamak, normal olarak hayal olduğu için İsviçre'nin Basel takımına kiralanıyordu. İsviçre kulübünde gösterdiği performans ile Juve onu geri istiyor, Basel ise bırakmak istemiyor, tüm bu kavganın içerisinde çok ağır bir sakatlık geçiren Yugo-Avustralyalı oyuncu yavaş yavaş fizyoterapistlerden çok psikiyatristlerin karşısına çıkıyordu. Sürekli şikayet ettiği baş ağrılarının sebebi, sandığının aksine psikolojik nedenlerdendi. Bu rahatsızlığı, 2003 yılının 4 ayını ruh hastalıkları kliniğinde geçirmesine sebep oluyordu.



www.stalker-21.blogspot.com adresinde almancadan türkçeye çevrilmiş bir röportajında futbol dünyasının maço yapısının iki kavrama temelden karşı olduğunu, eşcinsellik ve ruh hastalıkları, ve bu durumda olanların nasıl dışlandığını çok samimi bir şekilde anlatıyor Ergiç. Ama onun iç dünyasının karışıklığının en önemli sebebi, ergenlik döneminde tanık olduğu savaştan sonra, kesinlikle dünya görüşü. Ona göre futbol sadece bir oyun. Bir insan çok iyi okullardan mezun olduğu ve 5 dil bildiği için futbolcu olmuyor, sadece dünyanın en basit oyununu çocukluğundan beri sevdiği için hayatını yeşil sahaya adıyordu. O, futbolcuların kapitalistleşen sektör gereği olarak şişirilmiş ücretler aldığını ve sadece aldıkları rakamların bol sıfırlarını hak etmek için özgürlüklerinden vazgeçtiğini açıkça dile getiriyordu. Sezon başı atılan bir iki damla mürekkeplik bir imzanın, hayalleri nasıl kabusa çevirdiğinden söz ettiği zaman istenmeyen adam oluyordu.

Benim Ergiçle ilgili yaptığım araştırmalarda en hoşuma giden nokta, hayranıyım dediği ve babası aracılığıyla tanıştığı filozofların düşüncelerini bir futbolcu olarak iliklerine kadar içselleştirmiş olması. Ülkemizde kalıplaşmış olan kolejli basketbolcu, cahil futbolcu ön yargısına tam anlamıyla ters bir kişilik. O, aynı Marx'ın dini toplumların uyuşturucusu olarak görmesi gibi, futbolun içinin boşaltılıp, aptallaştırılmış kitleler için çıtır çerezlik bir kavram haline gelmesine, kazanma amacının oyunun tüm ruhunu öldürmesine karşı çıkan bir oyuncu. Sezon başında takım fotoğrafı çekilirken sol yumruğunu havaya kaldıracak kadar da solcu olan İvan Ergiç, terinin son damlasına kadar mücadele eden ama hiç kırmızı kart görmeyecek kadar karşısındakine saygılı bir futbolcu.



Şu anda Bursaspor'un timsah adımlarıyla tırmandığı zirve yarışında Ergiç'in, takımı için ne kadar önemli olduğunu açıklamaya gerek yok. O, Barcelona'nın bile 100 yılı aşkın geleneğini bozup önümüzdeki sezon formasına reklam almayı planladığı futbol dünyasında, bu oyunun nereden, hangi duygular temelinde doğduğunu unutmayan çok az adamdan biri. Tek dileğim, ideallerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen, futbolun son Don Kişot'u olarak adlandırabileceğimiz oyuncunun, 50 yıldan fazla süre boyunca sadece 2 şehirden, 4 ayrı şampiyon çıkarabilmiş bir ligde şampiyonluk yaşaması. 2.'liği her zaman başarısızlık olarak gören, şampiyonluğa ulaşmak için her yol mübah mantığıyla oyunun tüm zevkini öldüren 3 büyüklere hak ettikleri dersi vermek, belki de Ergiç'in kariyerinin en değerli anlarından biri olacaktır.

10 Mart 2010 Çarşamba

Nayim'in Golü


FINAL RECOPA 1995
Uploaded by ttboy94. - Discover the latest sports and extreme videos.

Bir kayıt önce verdiğim fotoğraf, Nayim'in 119. dakikada Arsenal'e attığı gol ile daha anlamlı olacak diye düşündüm. Seaman'ın golden sonra kale içindeki durumu herşeyi özetliyor.

En İyi Futbol Fotoğrafları - 2



Fotoğrafçı: Gerard Vandystadt

10 Mayıs 1995, Parc des Princes, Paris. 1-1 biten maçın uzatma dakikalarında Nayim'in yaklaşık 45 metreden attığı gol ile Arsenal'i 2-1 yenen Zaragoza, o yıl Kupa Galipleri Kupasını müzesine götürmüştü. Fotoğraftaki ise, kale direğinin üzerine çıkmış Fernando Caceres. Tüm sezon gösterdikleri müthiş performansın ödülü olan Avrupa'nın iki numaralı kupasıyla unutulmaz bir poz veriyor.

8 Mart 2010 Pazartesi

Kılavuzu Karga Olanın...

Biraz önce Tv8'de Diyarbakırspor başkanı Çetin Sümer'in hafta sonu oynanan Bursaspor maçında olan olaylar hakkındaki açıklamasını izledim. Tüm yaşananlar ile ilgili İvankov ve Hüseyim Çimşir'i suçlamasını, taraftarın bu oyuncular tarafından provoke edildiğini söylemesini, hatta yan hakemin kafasına değil; sırtına gelen "minik" bir taşçık yüzünden yerlerde yuvarlanmakla suçlamasını hayretle takip ettim. Tüm bu olaylarl ilgili kulübünü savunan bir başkanla taş atan taraftar arasında fark göremiyorum. Taraftarına barış çağrıları yapıp alacakları cezayı sempati toplayarak azaltmak yerine, inceldiği yerden kopsun mantığıyla Diyarbakırspor'un bindiği dalı kesmek daha kolayına geliyor başkanın.

6 Mart 2010 Cumartesi

Kara Bela George Weah

Psg ile 1994'de Fransa şampiyonluğu, A.C. Milan ile 1996 ve 1999 yıllarında İtalya şampiyonluğunu kazanan, Ballon D'or sahibi tek Afrikalı George Weah'ın en güzel gollerinden bir demet. İzleyiniz Efenim.



Vur, Kır, Parçala. Bu Maçı Oynatma!





Diyarbakır-Bursa maçı 17. dakikada çıkan olaylar yüzünden iptal edildi. Bir basın mensubu, yardımcı hakem ve Bursaspor'dan birkaç futbolcu yaralandı. Durmak yok, yola devam!

5 Mart 2010 Cuma

Arjantin'de Olsa Ölmüştü!



City'li Tevez, Marca gazetesine takım arkadaşı Wayne Bridge ve Chelsea kaptanı John Terry arasındaki olay hakkındaki " Terry Arjantin'de olsaydı çoktan ölmüştü, benim ülkemde bir oyuncu takım arkadaşının sevgilisi ile ilişkiye girerse, tıpkı Terry'nin Bridge'in sevgilisiyle girdiği gibi, hayatta kalamaz." yorumuyla krizi bambaşka bir noktaya taşıdı. Arjantinli yıldız, bu açıklamasına "Benim mahallemde böle birşey yaparsanız, bacaklarınıza veda edersiniz." sözlerini ekleyerek, mahallesinin Arjantin'nin geri kalanından daha modern olduğunu vurgulamayı da es geçmemiş.

3 Mart 2010 Çarşamba

Milli Takım Taraftarlığı Nasıl Olur?

Dün Ali Sami Yen'de oynanan Türkiye-Slovakya Ümit Milli maçının ücretsiz olduğunu duyunca, arkadaşımla Stadın yolunu tuttuk. Yıllarca sayısız maçı sadece kale arkasından seyredebildiğim Sami Yen'e, sonunda numaralıdan girmek keyif vericiydi. Ancak yalana gerek yok, gerçekten kötü bir stad Ali Sami Yen.



Maça gelince, vasat altı bir maçtı diyebilirim. İkinci yarı toplam 9 oyuncu değiştirmemiz,Raşit Çetiner'in skorborda çok aldırmadığının göstergesiydi. 7 yıl yönettiği ve 2005'de istifa ettiği takımın başına tekrar geçmesi, arkadaşımla heyecanlanmamızı sebep olmuştu tabi. Ntvspor'un canlı yayınladığı maç ile ilgili fazla bişey söyleyemeyeceğim. Aslında vasat altı bile sayılamayacak bir maçtı ve tek golle kaybettik.

Yazımın bu maçın yorumu ile olmadığını başlıktan anlayabilirsiniz. Dün stada girdiğimiz an, tüm numaralı üst tribünün dolu olduğunu gördünce aslında bayağı şaşırdık. İlk yarı Fenerbahçeli Volkan Babacan'ın koruduğu, bizim takımın kalesinin hemen önünde yer bulduk. Daha 20. dakika olmamıştı ki; bizim sinirler çoktan oynamıştı. Yaklaşık 10 "futbolsever", hemen önümüzde oturuyordu ve Fenerbahçeli Volkan'a, haklı birer Galatasaraylı olarak sürekli küfür ediyorlardı. O anda üniversite yıllarımda ateşli taraftarı olduğum Galatasaray'ın, artık neden sadece sempatizanı olduğum hakkında bir sebebim daha olmuştu. 3 büyüklerin uluslararası futbolda milli takıma nasıl zarar verdiğini sürekli anlattığım arkadaşım galiba neler hissetiğimi anladı. Ancak, bu saçmalığın sadece Sami Yen'de olmadığını çok rahat söyleyebilirim. İnönü Stad'ında seyrettiğim Türkiye-Yunanistan maçı 0-0 giderken, 90+'larda kapalıda "Kartal gol, gol, gol" veya Şükrü Saraçoğlu Stad'ında seyrettiğim Türkiye-İsviçre maçında 2. golü yediğimiz an "Genç Fenerliler" bağırışları, o zaman da sinirlerimizi alt üst etmişti ve yanımda yine aynı arkadaşım vardı. Her zaman 3 büyüklerin kendi kavgaları yüzünden milli takımın iç sahada taraftarsız kaldığını düşünürüm. Ne adam gibi bir tezahürat yapılır, ne de rakip, stad sahibi kulübün avrupa maçlarındaki kadar baskı altına alınır. Hatta Türkiye deplasmanının rakipler için en rahat dış saha olduğunu düşünüyorum. Sıfır taraftar organizasyonu, sıfır bütünlük... Fatih Terim nefreti ile tıka basa dolan Saraçoğlu, Federasyon düşmanı İnönü, Fenerbahçeli futbolcunun kendi tuttuğu milli takımda oynadığını algılayaman Sami Yen.

Hayatımda Anfield'de hiç İngiltere maçı izlemedim. Ne San Siro'da İtalya'yı, ne Parc des Princes'de Fransa'yı, ne Barnebeu'da İspanya'yı, ne İduna Park'ta Almanya'yı, ne de Amsterdam Arena'da Hollanda'yı görmedim. Ama bu ülkelerin ezeli rekabetlerinin, milli takımlarına bu tarz bir hıyanet içinde olduklarını da hiç duymadım.

1 Mart 2010 Pazartesi

En İyi Futbol Fotoğrafları - 1



Fotoğrafçı: Ross Kinnaird

1998 Dünya Kupası, Fransa-Nantes. A Grubu'ndaki Brezilya-Fas maçı. Fas defansı formunun zirvesindeki Ronaldo'nun zıpkın hızıyla koşuya kalktığı anda çaresiz durumda. Aralarındaki hız farkı daha iyi anlatılamazdı.

Yeni Nesil Tugay'a Emanet

Geçtiğimiz hafta Galatasaray Başkanı Adnan Polat futbol takımının alt yapısının başına, takımın eski kaptanlarından Tugay' ın geçeceğinin müjdesini verdi. Şu anda alt yapının başında olan Hollandalı Evert Jan Derks ise sezon sonuna kadar Tugay Kerimoğlu'nun yardımcılığını yapacak.



Bu atama, yıllardır Türkiye'de alt yapısı adam gibi çalışan birkaç kulüpten biri olan Galatasaray'ın, bu yaş seviyesine yaptığı en iyi yatırım oldu. Her sezon küçük kulüplerin büyük oyuncularına şişirilmiş ücretler ödemek gibi bir geleneği olmayan sarı kırmızılıların şu anki kadrosunda bulunan Arda, Sabri, Uğur Uçar, Emre Çolak ve 18 yaşında Alman kulübü Rot-Weiss Essen'den alınan Barış Özbek'i ve yine aynı yaşta Bursaspor'dan alınan Serkan Kurtuluş'u sayarsak 6 oyuncu bulunuyor. Bu rakam, Galatasaray'la diğer takımların kadrosundaki alt yapıdan yetişmiş oyuncu sayıları arasında nicelik olarak çok büyük bir fark yaratmasa da, nitelik olarak dev bir fark yarattığı gün gibi açık. Sadece kulübün emeğinin simgesi olduğu için sempati duyulan oyuncular değil hiçbiri. Sabri'nin yaşadığı şizofrenik dönemi saymıyorum. Ama bu sezon o da çocukluğunu geçirdiği yerde sevilmemeye başladığını görünce silkinip kendine geldi.

Hal böyle olunca, alt yapının başına Galatasaray'ı avucunun içi gibi bilen birinin getirilmesi, normal olarak doğru bir karar. Ancak geleceğin takımının başına getirilecek kişinin Galatasaraylılığı tartışılmayacak biri olması doğru olduğu kadar, mental ve teknik olarak da yetkin birinin getirilmesi gerekmekteydi. Futbol'u Galatasaray'da Şampiyonlar Ligi seviyesinde oynamasına rağmen oyunu Britanya'da öğrenen Tugay'ın bu noktada çok doğru bir karar olduğunu düşünüyorum. Geçen gün yazdığım bir yazıda Milli Takımlar Eski Psikoloğu Acar Baltaş'ın Türk futbolcuların sahada en çok kendilerine yenildiğini söylediğinden bahsetmiştim. FM oynayanlar iyi bilirler, teknik ve fizik olarak muhteşem olan futbolcular mental olarak zayıflarsa, bal yapmayan arı misali top peşinde yaşlanır giderler. Ancak 9.5 sezon İskoçya ve İngiltere'de oyunu okuma, liderlik, basit düşünme, risk alma, öngörü, sinir kontrolü gibi kavramları baştan öğrenen Tugay, ağaç yaşken eğilir misali genç oyuncular için büyük bir fırsat.


Van Gaal'in Ajax'ta, Guardiola'nın Barcelona'da, Fatih Terim'in genç milli takımda yarattığı jenerasyonla A milli takım'daki 94-96 arasındaki ilk döneminde gerçekleştirdiği mucizeler, yıllar süren oyuncu-teknik adam beraberliğinin meyveleri. Tugay'ın Galatasaray'da oyuncuyken tadına varmayı son anda kaçırdığı başarıları teknik direktörken yaşaması dileğiyle.