12 Mart 2010 Cuma

Son Don Kişot Ergiç

Her sezon Anadolu'dan 4 büyükler dışından bir şampiyon çıkarmanın kapısından dönen ligimizde, bu yıl Bursaspor herkesin içindeki ateşi tekrar yaktı. Yıllar boyunca Gaziantepspor, Kocaelispor, Samsunspor, Gençlerbirliği ve son olarak Sivasspor'un yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiği bu yarışta yüzümüzü güldüren olmadı, olamadı. Ama bu sezon Bursaspor bir başka. Taraftarı, yöneticisi, teknik direktörü, futbolcusu ile pusuda bekliyorlar. Son 2 yıl Sivasspor'un zaman zaman kendi tekerine nasıl çomak soktuğunu görmüşler ki; büyük takımların saha dışı pundunlarına düşmüyorlar. Bırakın büyük takımları, Diyarbakır deplasmanında bile soğukkanlılıklarını bozmadılar.

Askerliğini DTP'nin kapatıldığı dönem Diyarbakır'da yapan biri olarak rahatlıkla kentin çok gergin bir durumda olduğunu söyleyebilirim. Her hafta bir olay, her akşam ajanslarda bir çatışma vardı kısa bir süre önce. Bu gerilim altında Timsahlar hala futbol oynamayı düşünüyordu Atatürk Stadı'nda. Ali Tandoğan hemen dibine düşen taşlara bakmadan korner atışını kullanmaya çalışıyor, takım tüm bu olanlara rağmen gol bulmaya çalışıyordu. İyi ki bulamadılar, yoksa neler gelirdi başlarına tahmin bile edemiyorum. Ardından Kasımpaşa deplasmanı. Net fubol, net skor...

Asıl konumuz Ergiç'e gelmek için Kasımpaşa maçına değinmek istedim. Takımının 2. golünü ustaca bir ayak dışı vuruşla atmıştı eski Baselli. Ergiç adını çoğumuz ilk yeşil beyazlı forma altındayken öğrendik. Gerçi Star Tv'nin Şampiyonlar Ligi özet görüntülerini seyretmek için gece yarılarını geçirenler, Basel forması altında onu çok iyi hatırlarlar. Şimdilerde Beşiktaş'ta kaybolan Delgado ve şu an Hamburg'da forma giyen Mladen Petric ile harika oynuyorlardı.


Ergiç'in kariyerini anlamak için onun hayatını da anlamak gerekiyor. 21 Haziran 1981'de, şu an Hırvatistan sınırları içinde bulunan, Yugoslavya'nın Sibenik kentinde dünyaya gelen Ergiç, daha çocukluk yaşlarında savaşın acı yüzünü en derinden yaşamış. Ailesinin Avustralya'ya kaçma kararı ile birlikte onlu yaşlarında ülkesinden ayrı kalmak zorunda kalan Ergiç, reşit olur olmaz Avustralya'da Perth Glory ile profesyonel sözleşme imzaladı. İlk kulübünde, daha çocuk sayılabilecek yaşta 31 maçta 10 gol atınca İtalyan devi Juventus tarafından Torino'ya getirildi. Ancak bu dönem Ergiç için okların aşağıyı gösterdiği bir dönem oldu. Karl Marx, Jean-Paul Sartre ve Frankfurt okulu hayranı bir sosyalist Ergiç. Ülkemizde çok fazla görmeye alışmadığımız bir karakter. Daha çizmeye gelir gelmez ilk on birde oynamak, normal olarak hayal olduğu için İsviçre'nin Basel takımına kiralanıyordu. İsviçre kulübünde gösterdiği performans ile Juve onu geri istiyor, Basel ise bırakmak istemiyor, tüm bu kavganın içerisinde çok ağır bir sakatlık geçiren Yugo-Avustralyalı oyuncu yavaş yavaş fizyoterapistlerden çok psikiyatristlerin karşısına çıkıyordu. Sürekli şikayet ettiği baş ağrılarının sebebi, sandığının aksine psikolojik nedenlerdendi. Bu rahatsızlığı, 2003 yılının 4 ayını ruh hastalıkları kliniğinde geçirmesine sebep oluyordu.



www.stalker-21.blogspot.com adresinde almancadan türkçeye çevrilmiş bir röportajında futbol dünyasının maço yapısının iki kavrama temelden karşı olduğunu, eşcinsellik ve ruh hastalıkları, ve bu durumda olanların nasıl dışlandığını çok samimi bir şekilde anlatıyor Ergiç. Ama onun iç dünyasının karışıklığının en önemli sebebi, ergenlik döneminde tanık olduğu savaştan sonra, kesinlikle dünya görüşü. Ona göre futbol sadece bir oyun. Bir insan çok iyi okullardan mezun olduğu ve 5 dil bildiği için futbolcu olmuyor, sadece dünyanın en basit oyununu çocukluğundan beri sevdiği için hayatını yeşil sahaya adıyordu. O, futbolcuların kapitalistleşen sektör gereği olarak şişirilmiş ücretler aldığını ve sadece aldıkları rakamların bol sıfırlarını hak etmek için özgürlüklerinden vazgeçtiğini açıkça dile getiriyordu. Sezon başı atılan bir iki damla mürekkeplik bir imzanın, hayalleri nasıl kabusa çevirdiğinden söz ettiği zaman istenmeyen adam oluyordu.

Benim Ergiçle ilgili yaptığım araştırmalarda en hoşuma giden nokta, hayranıyım dediği ve babası aracılığıyla tanıştığı filozofların düşüncelerini bir futbolcu olarak iliklerine kadar içselleştirmiş olması. Ülkemizde kalıplaşmış olan kolejli basketbolcu, cahil futbolcu ön yargısına tam anlamıyla ters bir kişilik. O, aynı Marx'ın dini toplumların uyuşturucusu olarak görmesi gibi, futbolun içinin boşaltılıp, aptallaştırılmış kitleler için çıtır çerezlik bir kavram haline gelmesine, kazanma amacının oyunun tüm ruhunu öldürmesine karşı çıkan bir oyuncu. Sezon başında takım fotoğrafı çekilirken sol yumruğunu havaya kaldıracak kadar da solcu olan İvan Ergiç, terinin son damlasına kadar mücadele eden ama hiç kırmızı kart görmeyecek kadar karşısındakine saygılı bir futbolcu.



Şu anda Bursaspor'un timsah adımlarıyla tırmandığı zirve yarışında Ergiç'in, takımı için ne kadar önemli olduğunu açıklamaya gerek yok. O, Barcelona'nın bile 100 yılı aşkın geleneğini bozup önümüzdeki sezon formasına reklam almayı planladığı futbol dünyasında, bu oyunun nereden, hangi duygular temelinde doğduğunu unutmayan çok az adamdan biri. Tek dileğim, ideallerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen, futbolun son Don Kişot'u olarak adlandırabileceğimiz oyuncunun, 50 yıldan fazla süre boyunca sadece 2 şehirden, 4 ayrı şampiyon çıkarabilmiş bir ligde şampiyonluk yaşaması. 2.'liği her zaman başarısızlık olarak gören, şampiyonluğa ulaşmak için her yol mübah mantığıyla oyunun tüm zevkini öldüren 3 büyüklere hak ettikleri dersi vermek, belki de Ergiç'in kariyerinin en değerli anlarından biri olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder