14 Eylül 2010 Salı

Kulübede Olay Var!

,

Bank Asya 1. Lig'de oynanan Samsun-Mersin İdmanyurdu maçında Mersin'in hocası Yüksel Yeşilova sahada bıçaklandı. 1-0 Mersin'in üstünlüğü ile süren karşılaşmanın 41. dakikasında sahaya giren ve 50 metre koştuktan sonra Mersin yedek kulübesine gelen Murat Yeşilova, tüm stadın bakışları arasında kardeşi Yüksel Yeşilova'yı 1 kez karın boşluğu, 5 kez de kalçasından bıçaklandı. Yedek oyuncuların araya girmesiyle kurtulan Yeşilova, kanlar içinde ambulansla hemen hastaneye kaldırıldı.

Geçtiğimiz yıllarda İnönü, Alsancak stadlarında işlenen cinayetler, sayısını kimsenin bilemediği kadar çok adam yaralamalar, kanıksanmış hale gelen maç sonunda sporculara saldırma refleksi ve tüm bunlara kayıtsız emniyet sayesinde sonunda bir teknik direktör işi başında bıçaklandı. Gerçekten futbolumuzun değeri her geçen gün artıyor. Hollywood aksiyon filmlerinde bile bu kadar kan yokken, kim istemez bu filmi seyretmeyi!

27 Ağustos 2010 Cuma

Bir Teranenin Sonu Demişken

Geçen gün bir teranenin sonu diye bir yazı yazmıştım. 3 büyüklerin yarattığı korku tünelinin son yıllarda çatırdaması ve geçen sezon Bursa'nın şampiyonluğu ile tamamen çökmesi hakkında. 30 yıl sonra Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe'nin aynı hafta yenilmesi bir tesadüf değildi. 3,4 gün sonra oynadıkları maçlarda herşeyin bambaşka olacağını kimse düşünmüyor olmalıydı normal olarak.

Trabzon'u diğerlerinden biraz ayrı bir yere koymak lazım. Sonuçta ne kadar son yılların en kötü dönemini geçirselerde elendikleri takım Liverpool'du ve 180 dakikalık turun sadece son 5 dakikasında karşılarındaki dünya devi rahat nefes alıp verebildi. Ayrıca hem dışarıda hem içeride istedikleri her an oyunu rakip sahaya yığmayı başardılar. Fizik ise olarak rakiplerinden genelde üstündüler

Gelelim diğer "Büyüklere". Öncelikle kısaca Beşiktaş'tan bahsedelim kesinlikle en kolay kura onlarındı. Ancak içeride işi bitimiş gibiydiler. Ve daha maçın başında Quaresma'nın güzel golüyle bugün yapılacak kura için cam kavanozdaki kağıda isimlerini yazdırmışlardı. Ancak fizik güce gelince, sezon sonuna yaklaşılan Finlandiya Ligi'nin lideri kesinlikle arkasına gazı aldığı dakikalarda Beşiktaş'tan daha iyiydi, ayrıca 0-2' de bile istediği her kanat akınında çizgiye inmeyi başardılar, sadece Cenk kesinlikle günündeydi ve HJK'nın bir Bobo'su ya da Quaresma'sı yoktu. Daha zorlu rakipler karşısında ne yapacakları merak konusu. Şu ana kadar yakaladıkları harmoni bir hezimet sonrası bozulur havaları hala var.

Gecenin asıl üzücü kısmı, eğer turu atlasalardı muhtemelen 2. torbadan kupaya katılacak olan Fenerbahçe ve Galatasaray' ın 4. torba takımlarına elenmeleri oldu. Özellikle Galatasaray'ın dün gece sadece 1 pozisyona girmiş olması ve golüde bu pozisyondan değil, defansın tökezlediği bir anda bulması düşündürücüydü. Lviv kelimenin tam anlamıyla top göstermedi bizim "Devimize". 4-5 pas yapabildiler mi arka arkaya onu bile merak ediyorum. Fenerbahçe'nin Antalyaspor galibiyetinin yarattığı akıl karışıklığı ise sona erdi bence dün gece. Artık herkes Fenerbahçe'nin iyi giden bir dönemde zorlu iki maçtan yenik ayrıldığını değil, kötü giden bir dönemde zayıf bir takımı farklı yendiklerinin farkında. Sonuç olarak kötü oldu dün gece, yıllardır bir türlü 10. ve 7. arası gidip gelmekten kurtulamadığımız UEFA ülke puanları sıralamasında 4 büyükler ile 2. kupada hatırı sayılır puanlar toplama şansını kaçırdık hem de sadece Trabzonspor'un elenmesini beklerken.

24 Ağustos 2010 Salı

Beşiktaş Neyin Peşinde?

Bu sabah ajanslara bir haber düştü. Uyandım gazeteyi açtım, "Vay anasını!" dedim. Aklım almıyor bu transferleri Demirören yönetiminin yaptığına. Beşiktaş'ı tutmayanlar için Demirören'nin her sezon yaptığı saçmalık transferler siyah beyazlılara yüklenmek, uğraşmak isteyenlerin en sağlam kalesidir. Guti, Quaresma, Hilbert isimlerini duyunca bayağı bir şaşaırmıştık. Tabi Guti ayrı bir şaşırtmıştı bizi. Şimdi Marco Aurelio gelmiş İnönü'ye. Tek kelimeyle bravo, Türk pasaportu taşıyan, Valencia'lı Mehmet Topal'ı milli takımda hem Terim hem Hiddink döneminde kesen Aurelio'nun tek zayıf noktası dizindeki sakatlık. Ama kesinlikle çok yararlı bir transfer olacak. Necip'i mi kesicek soruları düşmüş forumlara. Kendinizi Necip'in yerine koyun, oyunu okumayı ve ne olursa olsun ileri oynamayı Guti'den, kemik sesleri arasında mücadele etmeyi Ernst'en, orta saha oyuncusu olarak savunma yaparken skor değiştirmeyi Aurelio'dan öğrenirse dünya üzerinde var olmayan bir orta saha oyuncusu tipi yaratıp kendi ekolünü kurabilir. Dualarımız Schuster'in bu genç çocuğu kulübede unutmaması için.

Bir Teranenin Sonu

3 büyüklerin hepsinin bu hafta sonu sahadan ellerinin boş ayrılmasını kağıt üzerinde sadece bir istatistik olarak görebilecek birçok spor yorumcusunu dinledim bu haftasonu. En son 30 yıl önce yaşanmış bir hadise aslında Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin aynı hafta yenilgiye uğramaları. Ancak işin rengi biraz daha değişik. Transfere en çok parayı harcayan, en çok kombine ve forma satan, ülkemize en ünlü futbolcuları getiren, en çok şampiyonluk kupasını götüren bu takımların kurdukları korku imparatorluğu artık en sağlam kolonlarından çatırdamakta. Bir teranenin sonu da diyebiliriz artık bu haftaki sonuçlara bakarak.

Artık öyle 10 milyona adam aldık şampiyonuz, vay taraftar gelmiş stad olmuş cehennem, içerde her maç banko bizde hikayelerini yemiyor artık anadolu'nun cengaver hocaları ve onların yetiştirdikleri jenerasyon. Umarım kalburüstü takımlarımız bu yükselişi 3 büyükleri tetikler ve armut piş ağzıma düşçü büyüklerden, "Şahtık, şahbaz olduk" çu büyüklere doğru bir mental dönüş yaşarız. Çünkü ne olursa olsun içerideki savaş, mücadele ve azim daha yeni başlayan 2010-2011 avrupa macerasında bu takımlara başarı getirecektir.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Yavaş Yavaş Delirdi, Kimse Fark Etmedi!



Uzun bir aradan sonra global futbol hareketi kaldığı yerden devam ediyor. Yaz aylarının boğucu sıcaklığı, asker sonrası artan iş temposu derken, tabi bu arada koskoca bir Dünya Kupası'nı kaçırmanın ezikliği içerisinde, yazılarıma yeni sezonla beraber tekrar başladım.

İsim değiştiren ligimizde herşey sil baştan başlarken, geçtiğimiz haftanın bence en önemli olayı Sivas-Galatasaray maçında "cool" luğu ile gönüllere taht kurmuş Frank Rijkaard'ın şizofrenik semptomlarının tavan yapmasıydı. Geçen sezondan kalan bir hesap kesme isteği olabilir hollandalının kafasındaki, ancak takımı golü bulunca ekranlara pek keyifli yansımıştı maçın başında. Sivas'ın attığı ilk golün tartışalabilecek bir pozisyondan elde edilen serbest vuruşla gelmesinin yanında, yan hakemin faul kararını verir vermez tüm Galatasaraylı futbolcuların ve kulübenin çılgına dönmesi tek bir şeyin açıklayacısı olabilir. Hepsi o pozisyonda gol yiyeceklerini biliyorlardı. Aynı OFK Belgrad maçında olduğu gibi. Ayrıca Sivas'ın galibiyetini getiren 2. golde önce Hakan Balta'nın halı saha maçında yapılmayacak hatası ile kaptırılan topu tüm defansın izlemesi bardağı taşırmıştı Frank hoca için ama ne yan hakem ne Sivasspor yardımcı antrenörü suçlanması gereken kişiler değillerdi. Bir çok kişi hala Frank Hoca'ya dil uzatamıyor ama galiba bu aşı tutmadı. Yapamadı Hollandalı. Sonunda olan oldu, yavaş yavaş delirdi kimse fark etmedi.

15 Temmuz 2010 Perşembe

Out Of Order



Yoğun iş temposu yüzünden yazılara bir süre ara verildi.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

"Buca"ladılar Beyinleri




Bu sezonun favori pankartı başlıktan da anlayacağınız gibi Bucaspor tribünlerinde her maç gördüğümüz “Bucaladık Beyinleri” pankartı oldu benim için. Aslına bakarsanız tüm hikayeyi çok iyi özetlemiş tribün.

Ama önce İzmir’i bilmeyenler için biraz Buca’yı tanıtmak lazım. Buca, İzmir merkezin biraz dışında bir ilçe. Ama kendi içinde bir İzmir. Üniversite kampusleri, göleti, hipodromu, havaalanına yakınlığı ile zaten merkeze çokta ihtiyaç duymayan bir ilçe. 9 Eylül Üniversitesi’nde okumuyorsanız ya da oralı bir sevgiliniz yoksa çok sık gittiğiniz bir yer de değil Buca. Ama kesinlikle İzmir’in büyük bir parçası olarak en az İzmir kadar modern bir yer.

Şehir, İstanbul’dan sonra futbolda ilk sivrilen kent olduğu için erken cumhuriyet döneminde (1928) kurulmuş köklü bir ekip Bucaspor. Ancak İzmir’de kurulan 5. takım. Renklerine bir dönem kırmızı eklense de, şu an ilk renkleri olan sarı-lacivert formalarla çıkıyorlar maçlarına. Kulübün ambleminde bulunan üzüm kurulduğu dönemde, Bornova ile beraber, İzmir’in en iyi üzümlerinin burada yetişmesi. Bu semtlerde İngiliz işgalci subayların halen ayakta olan bağ evleri apartman gölgeleri altında onarılmayı beklemekte.

Neredeyse bir asrı deviren Bucaspor, profesyonelliğe biraz geç adım atmış. 1984 yılında 3. Lig’in kurulmasıyla profesyonel hayata geçen kulüp o günden beri hiç küme düşmemecesine mücadeleye devam ediyor. Son iki sezondur bir üst lige çıkma başarısını gösteren Bucaspor, Karabükspor ile beraber bu oyunun güzel yüzünü hepimizi tekrar hatırlattı. Ama bu inanılmaz yükseliş bir medya patronunun çıkarı yada yerel bir sanayicinin ölmeden önce tuttuğu takıma kıyak geçmesi ile gerçekleşmedi. Yazının başında da bahsettiğim gibi “Bucaladılar Beyinleri”. Yeni bir şey yaratmak istedi hem yönetim hem de halk. 2. Lig’de şampiyonluk onlar için yeterli olabilirdi ama amaç daha başkaydı. Komşuları Göztepe’nin 4 sezon üst üste lig düşmesinden kötü bir yönetimin bir takımı nasıl dibe batırdığını izleyerek gerekli dersleri iyi çıkarmışlar. Koskoca İzmir futbol’u gerek merkezle çatışmalarla, gerekse birbirlerinin ayaklarını kaydırmayla uğraşırken, Bucaspor sessiz, sakin ama nereye gittiğini bilerek yürümeye devam ediyordu.

Önce tesisleşme ile başladılar işe. İlçe ve Büyükşehir Belediyelerini kelimenin tam anlamıyla kafaladılar. Önce Evka Spor Vadisi projesi gerçekleştirildi. 6.500 kişilik Buca Arena Stadı ve alt yapı takımlarının maçlarını yaptıkları 2.500 kişilik Buca Belediye Stadı bu vadide yer almakta. Alt yapı tesisleri de 2009 yılı başında tamamen yeniden yapılarak eksiksiz bir şekilde yeni futbolcular yetiştirmek için hayata geçirildi.

Mental değişimin saha içinde de yaşanabilmesi için tecrübeli mentörler de şarttı takım içinde. Beşiktaş, Trabzonspor, Bursaspor Ankaragücü takımların formasını terletmiş Erman Güraçar, Bir dönem kiralık olarak Galatasaray’da oynamış Süper Lig’in gediklisi Mehmet Polat, frikikleri ile Ankaragücü’nün efsaneleri arasına girmiş Yılmaz Özlem ve alt liglerde birçok gol krallığı olan Yunus Altun gibi tecrübeleri semtin çocuklarına ağabeylik etsin diyerek Buca’ya getirdiler. Bu yatırımları sezon öncesi yaptıkları Süper Lig’e yakışan bir kamp ile lige lakaplarına yakışır bir şekilde giriş yaptılar. İlk haftadan başlayarak sırasıyla, Kocaelispor’a 4, Dardanelspor’a 3 gol attılar. 3. hafta ise ilk golü kalelerinde gördükleri maçta Hacettepeyi İzmir’de 2-1 yendiler. Daha sonraki üç hafta boyunca bir beraberlik, iki yenilgi alarak biraz bocaladılarsa da sonrasında yakaladıkları performans ile ligin ilk yarısını 32 puan ile dördüncü bitirmeyi başardılar. Bu sırada iç-dış saha puan tablosuna bakıldığında Bucaspor, evinde oynadığı sekiz maçta sadece bir yenilgi almıştı. Ama hem takımın hem de seyircilerin “Acaba?” demesini sağlayan seri 14. hafta ve 21 hafta arasında aldıkları altı galibiyet ve 1 beraberlikten oluşan seriydi. Ligin ikinci yarısında ise Konyaspor, Adanaspor, Altay ve Karşıyaka’nın kendilerine geç izini vermesini çok iyi değerlendirilen takım “Buca”lanan yepyeni beyinler ile 34 haftalık zorlu bir maratonu 2. olarak bitirmeyi bildi.

Tabi bu süre içerisinde Mehmet Batdal fenomeni belirdi. 24 yaşındaki forvet fiziği ve azmi ile çok iş yapmaya başlamıştı Bank Asya’da. Yine karanlık bulutlar küçük bütçeli ama hedefleri olan bir takımın üzerinde dönmeye başladı. Bir gün Fener, o olmadı Galatasaray, oradan ver elini Trabzon, şehir şehir dolaştırdılar çocuğu spor sayfalarında. Bir anda transferin göz bebeği olan Mehmet ilk 9 haftada 5 gol olan istatistiğini 17. haftaya geldiğinde 6 gole çıkarabilmişti. Ancak takımdaki ağabeylerin telkinleri işe yaramış olacak ki, transfer dedikodularına kulaklarını tıkayan Batdal sonraki 8 maçta 7 kez skoru değiştirme başarısını gösterdi ve ligi toplam 16 gol ile bitirdi.

Şu an Süper Lig standartlarını karşılamayan stadyumlarını 18.000 kişiye çıkarmak için Bakanlık ve Belediyeler arasında mekik dokuyan yönetim, gerekli prosedürler halledilirse, 3 ay kadar bir sürede Buca Arena’nın Süper Lig için yeterli bir stat olacağını söylüyor. Bu kadar kısa zamanda böyle işler başaran bir yönetim, on beşten fazla şampiyonluğu olan takımlar taşeronlara stat yaptırmak için yıllardır kıvranırken kendi işini kendi görecek gibi gözüküyor. Konu ne olursa olsun her şeyin kafada bittiğini, düşüncenin harekete olan kuantum etkisini gösteren Bucaspor’un önümüzdeki sezon Süper Lig’de de beyinleri “Buca”laması dileğiyle.

18 Mayıs 2010 Salı

Şampiyon Yapmadılar, Ama Oldular



Son 3 haftadır, Fenerbahçe'nin tahminlerin tersine inanılmaz bir seri yakalaması ile, Bursapor, Beşiktaş, Trabzonspor etrafında komplo teorileri karnı zil çalan akbabalar gibi dönmeye başlamıştı. Beşiktaş Bursa'ya yatar, Trabzon kupayı aldı, hedefi yok... 3. sınıf futbol yorumculuğunun tüm ekranları kapladığı dönemde birkaç aklı selim adam olmaz öyle şey demeyi kendine görev bilmişti. Olmadı da. Sonuç olarak Bursaspor'u kimse şampiyon yapmadı; söke söke kendileri oldu. Ligimizde 5. şampiyonun çıktığı tarihi sezonun belki bazı husumetlerin de sonunu getirdiğini söylebiliriz. Bursaspor'un, kendisini 4 sezon önce 2. lige gönderen Beşiktaş'ı yenerek şampiyon olması, Trabzonspor'un ise 96 yılının öcünü her iki finalde de Fenerbahçe'ye çelme takarak alması sakız gibi uzayan düşmanlıkları bitirebilir; ya da yenilerini de başlatabilir. Sonuç olarak her türlü, futbolumuza yarayan bir sezon finali yaşadık. Tebrikler Bursa.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

En İyi Futbol Fotoğrafları - 4



Fotoğrafçı: Billy Strickland

25 Haziran 1988, Münih Olimpiyat Stadı. Avrupa Şampiyonası Final maçı sonrası, ülke futbol tarihindeki en büyük başarıya imza atan Hollanda milli takımı için kutlama zamanı. Sovyetler'i 2-0 yenerek kupaya uzanan takımın iki efsane ismi Ruud Gullit ve Gerald Vanenburg Olimpiyat Stadı'nı turluyorlar. Kadrajda bir tek kupanın gol kralı Van Basten eksik.

11 Mayıs 2010 Salı

3D Stadyum Yıkımı







Flying Dutchman'in sayfasında gördüğüm ve paylaşmak istediğim bir video. Tüketilen bir stadyum'un son görüntüleri.

"NFL takımlarından Dallas Cowboys, Haziran 2009'da, 1,3 milyar dolara malolan 80.000 kişilik Cowboys Stadyumu'nu hizmete açtı. Geçtiğimiz ay ise eski mabedleri, 65.500 kişilik Texas Stadyumu'nu yıktılar. Genelde stadyum veya gökdelen yıkımları binaların dışından kamera ile görüntülenir. Cowboys, bu sefer bir farklılık yapmış. Yıkım sırasında çimlere 360 derece dönebilen bir kamera yerleştirmişler. Buyurun, playe basıp, ekrana gelerek kamerayı çevirebilirsiniz. 65.000 kişilik stadyum yıkılırken içerde olmak nasıl bir duygu hissedin. Sesi biraz açmanız tavsiyemdir."

Ligden Sonra En Güzel Şey, "Playoff"

Kendimi bildim bileli hastasıyım playoff'ların. Hep daha gururlu bir mücadele, daha zoru başarmak gibi gelir bana bu son dönemeç. 4 takım, tek ve tarafsız bir şehir... Bu sene Bank Asya 1. Lig'in seyrettiğim en kaliteli alt lig mücadelesi olduğunu neredeyse her konuşmada dile getirdiğimde bazen bıyık altından gülümsemeler yakaladım ortamda. Ama sezon sonu gelince herkes ne demek istediğimi anladı galiba.

Öncelikle Karabük ve Buca mücizeleri belirdi. Oynadıkları maçlarda 2 üstü gol yapma becerisini gösterdiler ki; Bu, sezon başı şampiyon adayları Adana, Konya, Çaykur Rize'nin çok ötesinde bir istatistik. Karabük daha önce Süper Lig'de mücadele etmiş bir takım. 93-94 ve 97-99 arası 3 sezon bu ligin tadına varmış olmaları yüzünden en azından kentin ayağının üst klasmana alışkın olduğunu söyleyebiliriz. Ama Bucaspor, seksen yılı aşkın tarihinden ilk defa bu heyecanı yaşıyor. Bir İzmirli olarak toplasanız 3 yada 4 kez uğradığım bir semtin takımı. Biraz şehir dışı denebilecek bir yer. Ama kendi içinde bir İzmir. Yarım milyonu aşan bir nüfusa sahip. Yeni stadları da tam bir ingiliz kalburüstü kent stadı. Süper lig'e renk getirecekleri kuşkusuz. Daha Sonra Buca'yla ilgili birşeyler yazma isteği kabardı şu an içimde.

Gelelim İzmir'den sonra en çok İzmirlinin yaşadığı yerde oynanacak Playoff hikayesine. 17-20-23 Mayıs tarihleri arasında tek maçlı lig usulü oynanacak bu sezon playoff. Geçen sezondan ders almış olmalı federasyon. Kasımpaşa, Altay, Karşıyaka ve Boluspor arasında sadece 2 takım mekanlarından kalkıp Ankara'ya gidecek taraftar potansiyeline sahipti. Karşıyaka-Boluspor yarı finalde karşılaşınca, final maçında Yenikent Asaş'ın yarısını dolduran Karşıyaka taraftarına karşı, diğer yarısında bir avuç Kasımpaşa taraftarları gibi garip bir manzara yaşanmıştı. Artık her takım 3 maç yapacak ve ligin lideri Süper Lig'in yeni takımları arasındaki son boş satıra adını yazdıracak. Bu sezon playoff'un bu kadar güzel olmasının tek sebebi Karşıyaka maçlarına gidecek olmam değil tabiki. Türkiye'nin en büyük 3. şehrinden 2 takımın katılacak olmasının yanında, 5. büyük şehir olan Adana ve en kalabalık 6. şehri olan Konya'nın takımlarının katılacak olması. Bu, en az 3 takımın tribünlerinin kesin dolu olacağını gösteriyor. Tribün yönünden en sönük kalacak takım büyük bir ihtimalle Altay olacak. Ama yine de İstanbul'daki Alsancaklıları göz ardı etmemek lazım. Ali Sami Yen ve Olimpiyat stadın'da oynanacak maçların, ölü dönemde futbol dünyamıza büyük renk getireceği kesin. Fenerbahçe-Galatasaray Türkiye Kupası Final'inde bile yarısı dolmayan Olimpiyat Stadı, orada oynanırsa, final maçı gibi görülen Karşıyaka-Adanaspor maçında eminim hınca hınç dolacaktır.

Birbirlerine güç ve potansiyel olarak denk bu kadar iyi bir eşleşme olamazdı.Her maç bir final havasında ve rengarenk geçecek, orası kesin. Recep Tayyip Erdoğan Stadı'nın oynanacak maçlar için önce seçilip sonra Olimpiyat Stadı olarak değiştirilmesi, taraftar desteği çok olan takımları kapasitesi ile kaldıramayacağından dolayı mı, yoksa Karşıyaka taraftarının Nevizade'de seslendirdiği şarkının başbakanın adını taşıyan statta seslendirilmesininden yaşanacak tedirginlikten mi gerçekleştirildi bilinmez. Ama ne olursa olsun, kendi fikrim yükselme maçlarının unutulmayacak bir seri olacağı. Gönlüm tabiki doğduğum, büyüdüğüm, sünnet kortejiyle sahilinde turladığım, hala her izmir seyahatimde sahilinde elimden bira düşmeyen Karşıyaka için atacak. Zamanı geldi artık Süper Lig'in.

24 Nisan 2010 Cumartesi

Terbiyesiz Herifler!

Şu an Beşiktaş-Sivas maçını seyrediyorum. İlk 45 dakikanın yaklaşık 35 dakikası boyunca stadyumun sesi kısılmak zorunda kaldı. Aziz Yıldırım'a, annesine, Mahmut Özgener'e edilmedik küfür kalmadı. Neymiş efendim; Bilica şunu yapmış, Lugano şöyle etmiş, hakemin kıçı başı oynamış. Bırakın bu işleri! 3 kuruş top mu oynadı takımınız bu sene? Neyi hakkettiniz de elinizden aldılar? Klasik Beşiktaş profili... Veryansın anasını satayım. Bir de stada 23 Nisan için özel çocuk tribünü yapmışlar. Kameralar tribünlerde ebeveynleri ile oturan Beşiktaş formalı çocukları gösteriyor. Arkada küfür kıyamet gırla. Terbiyesiz herifler!

21 Nisan 2010 Çarşamba

Git Kendini Çok Sevdirmeden

Garip milletiz gerçekten. En çok sevdiğimizin sürekli açıklarını yakalamaya, onu daha çok hırpalamaya çalışırız. Psikolojinin temel kurallarından biri olan kendini haklı çıkarma ve tutarlı davranma sürecini ise dost acı söyler atasözüyle perçinleriz. Önce havaalanında meşalelerle karşılarız, sonra tesis çıkışında yumruklarız. Hayatında hiç görmediği ilgiyi gencecik çocuklara gösteririz, tribünde ana avrat söveriz. Ama psikoloji ve insan ilişkilerinin en temel kurallarından bir diğerini, empati yapmayı hiç düşünmeyiz. Kendimizi senede 3-5 milyon kazanan bir gencin yerine koymayız.

Sadece futbolcularımıza karşı değil, neredeyse toplumun gözü önünde şan ve şöhret sahibi tüm insanlara davranış şeklimiz böyledir. Bir şarkıcı estetik yaptırır, her gece aynı yatağa girdiği kadının vücudundaki yada kendimizdeki estetiklerine bakmadan aşağılayacı ses tonuyla bunu haber yaparız. Filmi vizyona yeni girmiş bir oyuncuyu İstiklal'de sarhoş yakalar, aynı saatlerde yan sokakta kendimizin demlendiğini unutur, "ŞOK, ŞOK, ŞOK" çığlıklarıyla kitlesel medyayı bununla meşgul ederiz. 23 yaşında bir çocuk sevgilisine jest olsun diye sinema kapatır, bu kadar paraya ve şöhrete sahip olsak nasıl alemler yapacağımızın hayallerini kura kura bu çocuğu yerden yere vururuz.

Bizim sevgimiz böyledir. İki yüzlü bir toplumuz. Bunu bir kere kabul edelim. En can alıcı konularda bile çark ederiz göz açıp kapatıncaya kadar. Bayılırız kalem kırmaya, ceza kesmeye. Hele ki, biri sivrilmeye görsün. Hemen açığını ararız; onu ne kadar seversek sevelim. Bir de Galatasaray tribünlerinin karışık demografik yapısını bu işin içine katarsak daha anlaşılır olur bu duygusal iniş çıkış. Önce Fenerbahçe maçında daha bitime 20 dakika varken yenilen gol sonrası takımı ıslıklamak, bir dönem tabanlarımı şişirdiğim, gırtlağımı patlattığım tribünlerden tiksirdi beni. Hiç mi "Comeback" diye bir terim duymadınız? Hiç mi bu takım 1-0'dan maç çevirmedi? Bu kadar mı güvensizsiniz takımınıza?

Aynı taraftar her maç öncesi 22 yaşında Galatasaray kaptanı olmuş Arda'yı, 9 sezondur sarı-kırmızılı formayı giyen Ayhan ve kandisinden yaşça büyük olan ve alt yapıdan yetişen Sabri'ye rağmen, büyük kaptan diye tribünlere çağırmakta hiçbir sorun görmüyordu. Ta ki, sinema kapatma, 20.000 euroluk ceket gibi saçma sapan konular gündeme gelene kadar. En sevdikleri adamı, kaptanlarını saha dışı olaylar yüzünden ıslıkladılar, canını yakmak için şarkılar bestelediler. Beste olayına değinmek istiyorum. 3 büyükler arasında en cansız taraftar kesinlikle Sami Yen kitlesidir. Hep aynı tempo, aynı şarkı... Arada takım gaza geldimi "Re, re, re, ra, ra, ra" başka bi numarası yoktur sözde cehennemin. Bunu "Biz cehennemi Galatasaray'ın stadı zannediyorduk, ama asıl cehennem burasıymış. Burasının cehennemden tek farkı herkes beyaz giyiyor" sözleriyle Beşiktaş-Tottenham maçı sonrası Tottenham'ın teknik direktörü Martin Jol en iyi şekilde dile getirmişti. Böyle bir taraftar kitlesinin takımları için hiçbir şey üretmiyorken, skora dönük en üretken adamı böyle yermesini, canını yakmasını açıklayacak tek kavram sırttan bıçaklamaktır.



Biz sevdiğimize böyle davranıyoruz işte. Canını yakmaya, kalbini kırmaya, onun kafasını allak bullak etmeye çalışıyoruz. Yeter ki, bu adam hatalar yapsın, sahada düşüş göstersin. Biz de haklı çıkıyoruz böylece. Acaba kıskanıyor muyuz bu insanları? Aldıkları paralar, yaşadıkları hayat, yaptıkları işle bizi ne kadar mutlu etseler de, maç bitip kendi hayatımıza döndüğümüzde bizi kıskançlık duygusu içinde ihanete mi zorluyor? Durum bu ise Arda'ya tek şey tavsiye edilir, git abicim kendini çok sevdirmeden. İngiltere olur, İspanya olur, İtalya olur. Yeter ki git, kurtar kendini!

Abartmayın Arkadaş!

Danimarka Ligi takımlarından Nordsjaellan’da oynayan Bajram Fetai ve takım arkadaşları Silkeborg’a attıkları gol sonrası sevinci biraz abartmış gibi. Gol sevinci gösterilerinin oyunu güzelleştirdiği fikrine bende katılıyorum. Zaten jeneriklere, reklamlara, dvd kapaklarına, posterlere genelde konu olur gol sevinçleri ama bu biraz olmamış. Abartı ve agresif kaçmış biraz.


Hilarious Goal Celebration Must SEE!
Yükleyen footballove. - DiÄ�er spor ve ekstrem spor videolarına göz at.

6 Nisan 2010 Salı

"Saksağanlar" Yeniden!

Premier League'in özlenen takımı Newcastle United 1 sezon aradan sonra tekrar devler sahnesine çıkmayı garantiledi.

Newcastle United... Türkiye'deki Premier League izleyecilerinin neredeyse tümünün sempati beslediği bir takımdı, ta ki 2008/2009 yılına kadar. Ne olduysa o sezon oldu, her ne kadar şatafatlı stadları St. James'Park'ı büyütüp, her menejerlik oyununda avrupa kupalarında başa oynayacağınız bir kadro kursalar da; 24 Mayıs 2009'da Aston Villa'ya Villa Park'ta 1-0 kaybettikleri maç sonucu 16 yıl aralıksız mücadele ettikleri Premier League'den düşmüşlerdi. Bayağı üzülmüştüm Newcastle'ın düştüğünü duyunca. Ne de olsa çocukluğumun efsaneleri Alan Shearer, gerçi Blackburn'de efsane olmuştu benim için, David Ginola, Nolberto Solano, Gary Speed, Laurant Robert bu formayı terletmişti senelerce. Üstüne bir de Emre Belözoğlu'nu koydular orta sahanın göbeğine, iyiden iyiye taraftarı oldum Saksağanların. Ama geçtiğimiz sezon Championship'e düşmeleri, Leeds efsanesinin çöküşünün bir kopyası gibiydi. Kulüp sahibi ile taraftarın çatışmaları, sadece isimlere ödenen; sahada hiçbir geri dönüşü olmayan milyonlarca sterlinglik transfer ücretleri, teknik ekip ile yaşanan mali sorunlar ve birikmiş dağ kadar tazminatlar. Durum böyle olunca ligden düşmek çok uzakta değildi Newcastle için.

24 Mayıs 2009, Villa Park, Birmingham. Kevin Nolan ve takım arkadaşları bitiş düdüğüyle beraber Premier League'den düşmeninin üzüntüsü içinde.

Kulübün başkanı Mike Ashley, taraftarın gerçekten nefret ettiği bir isim. Takım küme düşünce Bu herkes için feci bir tecrübe oldu. Çok para kaybettim ve bazı hatalı hamleler yaptım. Şu anda kulubü olabildiğince çabuk satmaktan başka bir düşüncem yok.” açıklamasını yapmıştı. Kulübü o dönemde satamayan başkan, panik olmuş bir şekilde ardı ardına yönetim hataları yapıyordu. Önce taraftarı çileden çıkaran futbol eski direktörü Dennis Wise skandalı patladı. 2009 yılı Nisan ayında görevine son verilen Wise'a temmuz ayında hala 80.000 sterling aylık maaş ödeniyordu, ardından kulüpte sadece iki yıl futbolcu olarak forma giymiş olsa da (1982-1984) taraftar için efsane isimlerden biri olan teknik direktör Kevin Keegan'a iki milyon sterling tazminat ödemek zorunda kalıyordu kulüp. Artık siyah-beyazlı taraftarlar iyiden iyiye zıvanadan çıkmışlardı, tüm bunların üzerine başkan Mike Ashley'nin teknik direktörlük için teklif götürdüğü bir diğer efsane Alan Shearer'dan red cevabı alması üzerine yeniden Kevin Keegan ile anlaşmaya çalışması taraftarı sinir hastası etmişti.

Newcastle taraftarı başkan Ashley'i protesto etmek için Hull City maçını boykot ediyor.

O kadar başarısız bir yönetim vardı ki takımın başında; Keegan bile değerini yitirmişti artık tribünler için. Takımın başında ingilizlerin tabiri ile "caretaker" yani geçici olarak, durumu idare etmek için İrlandalı Chris Hughton getirilmişti. 13 yıl Tottenham'da forma giymiş başarılı bir futbolcuydu Hughton. Taraftarın Keegan'ın takımın başına tekrar geçirilmesine karşı kampanyalar başlatmaları ve geçici olarak takımın başına getirilen İrlandalının kalmasını istediklerini her maç tribünlerde açtıkları pankartlar ile tüm dünyaya duyurmalarının üzerine antipatik başkan Ashley'nin söyleyecek çok sözü yoktu. Sezon başı yaşanan bu gerginlikler sonunda Hughton'un takımın başında kalmasına karar verildi. Zaten karar verilmeden önceki iki ay boyunca Newcastle ligde çok başarılı sonuçlar almış ve Hughton iki ay üst üste Championship'in en iyi teknik direktörü seçilmişti. Sezon ortası biraz bocalayan takım, en son Derby County'ye şubat ayında 3 golle mağlup olunca tribünlerde çatlak sesler çıkmaya başlamıştı. Ancak bu tarihten sonra yaptıkları 11 maçlık bir seride hiç yenilmediler. 8 galibiyet ve 3 beraberlik aldılar. Son olarak geçtiğimiz hafta St. James' Park'ta ağırladıkları Sheffield United'ı 2-1 yendikleri gün, lig üçüncüsü Nottingham Forest'in Cardiff City ile 0-0 berabere kalmasıyla Premier League yolu açıldı "Magpies" için. (Takımın sembolü olan siyah-beyaz renklerin saksağan kuşunun renkleri olmasından dolayı takımın lakabı ingilizce saksağanlar demek olan "Magpies"dir.)

Sheffield United maçında bir Newcastle taraftarı Premier League'i kutluyor.

Yaşadığı büyük sıkıntılara rağmen geri dönmeyi başaran Newcastle United'ı gönülden kutlamak gerekiyor. Nitekim aynı başarıyı Leeds United, Nottingham Forest, Sheffield Wednesday gibi takımlar benzer krizlerden sonra gösterememişlerdi, tam aksine durum onlar için daha da kötüye gitmiş, Championship denen 2. ligden bir alt lige düşmüşlerdi. Değişen ekonomik şartlara ayak uyduramamak ve başarısız kriz yönetimi dev kulüpleri bu hale getirirken fırsattan istifade eden Stoke City, Hull City, Burnley gibi takımlar efsane kulüplerin yerini birer birer aldı Premier League'de. Bu sezon benzer krizleri başka bir köklü kulüp Portsmouth da yaşıyor. Üstelik 2008 yılında FA cup'ı kazanmalarına ve bu sezon aynı kupada yarı finale çıkmalarına rağmen. Dileğim dünyanın en iyi ligine gerek tarihleri, gerek taraftar potansiyelleri, gerekse de karizmaları ile hak eden takımların tekrar çıkmaları. Newcastle'ın başarısını kutluyorum, darısı Leeds'in, Nottingham'ın, Sheffield Wednesday'in başına.

31 Mart 2010 Çarşamba

En İyi Futbol Fotoğrafları - 3



Fotoğrafçı: Simon Bruty

8 Temmuz 1990, Roma Olimpiyat Stadı. İtalya 90 final maçında Arjantin'i 1-0 ile geçen Federal Almanya kupanın sahibi. Zorlu bir kupaydı Almanlar için. Sırasıyla Yugoslavya, Birleşik Arap Emirlikleri, Kolombiya, Hollanda, Çekoslovakya, İngiltere ve son olarak Arjantin engellerini geçmişlerdi. Juventus ve Borussia Dortmund'un efsanesi Jurgen Kohler kupa elindeyken tüm yorgunluğunu unutmuş gibi. Kesinlikle dünya gözüyle görebildiğim en iyi dünya kupasıydı.

24 Mart 2010 Çarşamba

BU ÇOCUKLARA DİKKAT!

Guus Hiddink’in milli takımın başına gelmesiyle birlikte gurbetçi futbolcular tekrar gündeme geldi. Hollandalı teknik adam imza töreninde de bu oyuncular hakkındaki sorulan sorulara “ekibimizi kurup ve hepsini yakından takip edeceğiz” yanıtı verdi.

Uzun süredir dünya futbol gündemini meşgul eden bir konu çift pasaportlu futbolcular. Almanya, Hollanda, Belçika gibi birçok gelişmiş Avrupa ülkesi, göçmen olarak ülkeye gelmiş ailelerin üçüncü kuşak çocuklarının milli takıma alınmasını tartışıyor. Ancak durum ülkemizde tam tersi. Yaklaşık 5 milyon vatandaşımızın yaşadığı Avrupa’da binlerce çocuğumuz bulundukları ülkelerde top koşturuyor. Fatih Terim döneminde de gurbetçi oyunculara büyük önem verileceği açıklanmıştı ancak Mesut Özil, Serdar Taşçı, Eren Derdiyok, Gökhan İnler gibi isimlere milli formayı giydiremeyen federasyon oldukça eleştirilmişti.

Guus Hiddink’in göreve geldikten hemen sonra yardımcıları Engin İpekoğlu, Erdal Keser ve Oğuz Çetin’i bu konu ile ilgili görevlendirilmesi ve Türk oyuncuları izlemek için Avrupa’ya yaptıkları sefer, genç oyuncuların milli takıma kazandırılması için büyük bir adım olarak görülüyor. Hollandalı teknik adamın ve ekibinin yakından takibe aldığı, A milli takımın geleceği olan genç oyunculardan bazılarını tanıyalım.

Ömer Toprak – SC Freiburg

21 Haziran 1989 Ravensburg-Almanya doğumlu olan defans oyuncusu Almanya 19 ve 21 yaş altı milli takımlarında forma giydi. 19 yaş altı Alman milli takımı ile Avrupa şampiyonluğu bulunan futbolcu, 2009 yılından geçirdiği ciddi kazadan 7 ay sonra yeşil sahalara döndü. 2011 yılına kadar SC Freiburg ile sözleşmesi bulunan oyuncuyu geçtiğimiz hafta oynanan SC Freiburg-Mainz maçında Oğuz Çetin izledi.



Gökhan Töre – Chelsea


20 Ocak 1992 Köln-Almanya doğumlu. SV Adler Dellbrück ve Bayer Leverkusen’de oynadı. Ardından Chelsea’ye transfer olan genç oyuncu Türkiye 15, 16, 17 yaş altı ve ümit milli takımda forma giydi. Her iki kanatta hücuma yönelik oynayabilen genç yeteneğe A milli takım formasını giydirebilmek için Almanlar da büyük çalışma içinde. Gökhan’ı son olarak Ali Sami Yen’de oynanan Türkiye-Slovakya ümit milli maçında izledik.



Mehmet Ekici – Bayern Münih


25 Mart 1990 Münih-Almanya doğumlu. Bayer Münih alt yapısında yetişti , orta sahada oynuyor. Almanya 17, 18, 19 ve 20 yaş altı milli takımlarında forma giydi. Engin İpekoğlu oyuncuyu takibe aldıklarını açıkladı.



Taner Yalçın – FC Köln


18 Şubat 1990 Köln-Almanya doğumlu. İlk profesyonel maçına ağustos 2008’de E. Frankfurt’a karşı çıktı. Orta sahada oynayan genç oyuncu halen FC Köln kadrosunda ve Bundesliga’da mücadele ediyor. Sezon başı Daum’un Fenerbahçe’ye getirmek için çok uğraş verdiği futbolcu Alman ve Türk milli takımlarının her ikisinde de alt yaş gruplarında forma giydi.



Tunay Torun – Hamburg SV


21 Nisan 1990 Hamburg-Almanya doğumlu. Almanya 17 yaş altı milli takım kampındayken Hami Mandıralı’dan gelen telefon üzerine Türkiye milli formasını giymeyi tercih etti. Şu an Hamburg SV profesyonel takımında oynuyor. Bundesliga’da çıktığı ilk maçta Karlsruhe’ye attıkları galibiyet golünün asistsini yaparak dikkatleri çekti. Liverpool, Bolton ve ülkemizden üç büyüklerin transfer listesinde.



Güngör Kaya – FC Nurnberg


27 Nisan 1990 Bochum-Almanya doğumlu. VFL Bochum alt yapısında yetişti. 2009 yılında FC Nurnberg’e transfer oldu. Forvet oyuncusu ve 19 yaş altı milli takımımızda forma giyiyor. Bu sezon FC Nurnberg II. Takımında, Regionalliga Sud liginde forma giyiyor ve 14 maçta 9 gole imza attı.



Burak Kaplan – Bayer Leverkusen

2 Ocak 1990 Köln-Almanya doğumlu. Orta sahanın ortasında görev alan oyuncu geçtiğimiz sezon Leverkusen ile profesyonel anlaşma imzaladı. 17 ve 19 yaş altı Türk milli takımlarında forma giyen oyuncu, A milli takım için kimsenin kendisiyle görüşme yapmadığını belirtti ve ileride hangi milli takımın formasını giyeceği hakkında kesin karar vermediğini söyledi. Guus Hiddink göreve geldikten sonra Erdal Keser tarafından izlenmeye alındı.



Hakan Duyan Burton - FC Liverpool


9 Ağustos 1991 Watford doğumlu. 2007 yılında, daha 16 yaşındayken FC Liverpool'un Şampiyonlar Ligi kadrosunda 3. kaleci olarak yer bulmuştu. Şu an Shrewsbury Town FC PAF Takiminda kiralık olarak forma giyiyor. Ayrıca 19 yaş altı milli takımımızın da kalecisi. Engin İpekoğlu tarafından takip ediliyor.

18 Mart 2010 Perşembe

PSGlilere Seyahat Yasağı!

Şubat ayının son haftasında Paris'te oynanan PSG-Olympique Marseille maçından önce ev sahibi takımın iki taraftar grubu arasında çıkan kavgada ağır yaralanan PSG taraftarı geçtiğimiz hafta hayatını kaybetti. İsmi açıklanmayan PSG taraftarının, kulübün taraftar grubu olan Kop of Boulogne' nun üyesi olduğu öğrenildi. PSG'nin aşırı sağ eğilimli grubunu 2001 yılında Galatasaray taraftarlarını Parc des Princes Stadı'nda "linç" etmeye çalışırken hatırlıyoruz.

Geçtiğimiz günlerde adını hatırlayamadığım bir dergide, Paris'in dünya'nın en geniş etnik çeşitliğe sahip 2. metropolü olduğunu okumuştum. Kayıtlı olarak 139 ülkenin vatandaşı yaşıyormuş bu şehirde. Durum böyle olunca Kop of Boulogne liderlerinin genç faşolara hedef gönderme işi oldukça kolay oluyordur. Özellikle Marsilya gibi Arap ve Mağrip akınına uğramış kentin takımı kente gelince, parti gerçek anlamıyla başlıyor olmalı onlar için.

Ama bu kez Marsilya'lıların korktukları başlarına gelmedi. Ev sahibi takımın Kop of Boulogne ve Tribune d'Auteuill grupları arasında çıktı asıl kavga. Sonuç olarak bir taraftar hayatını kaybetti.

Kulüp başkanı Robin Leproux "Sezon sonuna kadar deplasman maçları için bilet satmayacağız." açıklamasını yaparak, deplasman maçlarında yoğun olarak destek gördükleri fanatik gruplara yaşanan olayın faturasını ödeteceğini gösterdi.

İşte fanatik PSG tribünlerindeki holiganların görüntüleri.


Kop of Boulogne PSG KOB-Teaser
Yükleyen 21centimes. - DiÄ�er spor ve ekstrem spor videolarına göz at.


PSG-Galatasaray 13 mars 2001
Yükleyen cimbomparis. - DiÄ�er spor ve ekstrem spor videolarına göz at.

15 Mart 2010 Pazartesi

Kendimize Ait Bir Oyun

Şu an Guus Hiddink'in imza töreni için düzenlenen basın toplantısını izliyorum. Söylediği "Kendimize ait bir oyunumuz olacak, Türkiye'ye ait bir oyun olacak" sözü beni çok etkiledi. Yıllardır ite kaka, "bizim takım ne oynuyor?" sorusunu sora sora geçirdik eleme gruplarını, play-offları, turnuvaları. Oyunun taktik yönünden çok, gaza gelme potansiyelimiz ile var olabiliyoruz dünya sahnesinde. Hep son dakikayı, hep son maçı, hep kaybedilen kolay puanların telafisi için mucizevi galibiyetleri bekliyoruz. Millet olarak her konudaki tutumumuz böyle olunca, yerli bir teknik direktörü bu yüzden istemiyordum. Hiddink'in Güney Kore'ye, Avustralya'ya ve Sovyetlerden sonra hiç görünmeyen Ruslara bir karakter kazandırması bu isteğimi en çok güçlendiren nedendi. Milli takımın bu kafayla bile 2002 Dünya Kupası'nda 3.'lük elde etmesi, Portekiz, Çek Cumhuriyeti, Fransa, İtalya ve Hollanda gibi her turnuvanın gediklisi takımların en fazla çeyrek finale kadar gelebildiği Euro 2008'de yarı final oynaması potansiyelimizi gösteriyor. Bu potansiyele bir de ekol yaratmış takımlara karşı sadece kendi oyununu oynayan, rakibe göre değil; rakibin bize göre taktik yarattığı bir takım oyunu oynadığımızı düşünsenize. Şahsi fikrimi sorarsanız, karışık memleket şartları Hollandalının kafasını ikinci kere attırmazsa güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler.

12 Mart 2010 Cuma

Son Don Kişot Ergiç

Her sezon Anadolu'dan 4 büyükler dışından bir şampiyon çıkarmanın kapısından dönen ligimizde, bu yıl Bursaspor herkesin içindeki ateşi tekrar yaktı. Yıllar boyunca Gaziantepspor, Kocaelispor, Samsunspor, Gençlerbirliği ve son olarak Sivasspor'un yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiği bu yarışta yüzümüzü güldüren olmadı, olamadı. Ama bu sezon Bursaspor bir başka. Taraftarı, yöneticisi, teknik direktörü, futbolcusu ile pusuda bekliyorlar. Son 2 yıl Sivasspor'un zaman zaman kendi tekerine nasıl çomak soktuğunu görmüşler ki; büyük takımların saha dışı pundunlarına düşmüyorlar. Bırakın büyük takımları, Diyarbakır deplasmanında bile soğukkanlılıklarını bozmadılar.

Askerliğini DTP'nin kapatıldığı dönem Diyarbakır'da yapan biri olarak rahatlıkla kentin çok gergin bir durumda olduğunu söyleyebilirim. Her hafta bir olay, her akşam ajanslarda bir çatışma vardı kısa bir süre önce. Bu gerilim altında Timsahlar hala futbol oynamayı düşünüyordu Atatürk Stadı'nda. Ali Tandoğan hemen dibine düşen taşlara bakmadan korner atışını kullanmaya çalışıyor, takım tüm bu olanlara rağmen gol bulmaya çalışıyordu. İyi ki bulamadılar, yoksa neler gelirdi başlarına tahmin bile edemiyorum. Ardından Kasımpaşa deplasmanı. Net fubol, net skor...

Asıl konumuz Ergiç'e gelmek için Kasımpaşa maçına değinmek istedim. Takımının 2. golünü ustaca bir ayak dışı vuruşla atmıştı eski Baselli. Ergiç adını çoğumuz ilk yeşil beyazlı forma altındayken öğrendik. Gerçi Star Tv'nin Şampiyonlar Ligi özet görüntülerini seyretmek için gece yarılarını geçirenler, Basel forması altında onu çok iyi hatırlarlar. Şimdilerde Beşiktaş'ta kaybolan Delgado ve şu an Hamburg'da forma giyen Mladen Petric ile harika oynuyorlardı.


Ergiç'in kariyerini anlamak için onun hayatını da anlamak gerekiyor. 21 Haziran 1981'de, şu an Hırvatistan sınırları içinde bulunan, Yugoslavya'nın Sibenik kentinde dünyaya gelen Ergiç, daha çocukluk yaşlarında savaşın acı yüzünü en derinden yaşamış. Ailesinin Avustralya'ya kaçma kararı ile birlikte onlu yaşlarında ülkesinden ayrı kalmak zorunda kalan Ergiç, reşit olur olmaz Avustralya'da Perth Glory ile profesyonel sözleşme imzaladı. İlk kulübünde, daha çocuk sayılabilecek yaşta 31 maçta 10 gol atınca İtalyan devi Juventus tarafından Torino'ya getirildi. Ancak bu dönem Ergiç için okların aşağıyı gösterdiği bir dönem oldu. Karl Marx, Jean-Paul Sartre ve Frankfurt okulu hayranı bir sosyalist Ergiç. Ülkemizde çok fazla görmeye alışmadığımız bir karakter. Daha çizmeye gelir gelmez ilk on birde oynamak, normal olarak hayal olduğu için İsviçre'nin Basel takımına kiralanıyordu. İsviçre kulübünde gösterdiği performans ile Juve onu geri istiyor, Basel ise bırakmak istemiyor, tüm bu kavganın içerisinde çok ağır bir sakatlık geçiren Yugo-Avustralyalı oyuncu yavaş yavaş fizyoterapistlerden çok psikiyatristlerin karşısına çıkıyordu. Sürekli şikayet ettiği baş ağrılarının sebebi, sandığının aksine psikolojik nedenlerdendi. Bu rahatsızlığı, 2003 yılının 4 ayını ruh hastalıkları kliniğinde geçirmesine sebep oluyordu.



www.stalker-21.blogspot.com adresinde almancadan türkçeye çevrilmiş bir röportajında futbol dünyasının maço yapısının iki kavrama temelden karşı olduğunu, eşcinsellik ve ruh hastalıkları, ve bu durumda olanların nasıl dışlandığını çok samimi bir şekilde anlatıyor Ergiç. Ama onun iç dünyasının karışıklığının en önemli sebebi, ergenlik döneminde tanık olduğu savaştan sonra, kesinlikle dünya görüşü. Ona göre futbol sadece bir oyun. Bir insan çok iyi okullardan mezun olduğu ve 5 dil bildiği için futbolcu olmuyor, sadece dünyanın en basit oyununu çocukluğundan beri sevdiği için hayatını yeşil sahaya adıyordu. O, futbolcuların kapitalistleşen sektör gereği olarak şişirilmiş ücretler aldığını ve sadece aldıkları rakamların bol sıfırlarını hak etmek için özgürlüklerinden vazgeçtiğini açıkça dile getiriyordu. Sezon başı atılan bir iki damla mürekkeplik bir imzanın, hayalleri nasıl kabusa çevirdiğinden söz ettiği zaman istenmeyen adam oluyordu.

Benim Ergiçle ilgili yaptığım araştırmalarda en hoşuma giden nokta, hayranıyım dediği ve babası aracılığıyla tanıştığı filozofların düşüncelerini bir futbolcu olarak iliklerine kadar içselleştirmiş olması. Ülkemizde kalıplaşmış olan kolejli basketbolcu, cahil futbolcu ön yargısına tam anlamıyla ters bir kişilik. O, aynı Marx'ın dini toplumların uyuşturucusu olarak görmesi gibi, futbolun içinin boşaltılıp, aptallaştırılmış kitleler için çıtır çerezlik bir kavram haline gelmesine, kazanma amacının oyunun tüm ruhunu öldürmesine karşı çıkan bir oyuncu. Sezon başında takım fotoğrafı çekilirken sol yumruğunu havaya kaldıracak kadar da solcu olan İvan Ergiç, terinin son damlasına kadar mücadele eden ama hiç kırmızı kart görmeyecek kadar karşısındakine saygılı bir futbolcu.



Şu anda Bursaspor'un timsah adımlarıyla tırmandığı zirve yarışında Ergiç'in, takımı için ne kadar önemli olduğunu açıklamaya gerek yok. O, Barcelona'nın bile 100 yılı aşkın geleneğini bozup önümüzdeki sezon formasına reklam almayı planladığı futbol dünyasında, bu oyunun nereden, hangi duygular temelinde doğduğunu unutmayan çok az adamdan biri. Tek dileğim, ideallerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen, futbolun son Don Kişot'u olarak adlandırabileceğimiz oyuncunun, 50 yıldan fazla süre boyunca sadece 2 şehirden, 4 ayrı şampiyon çıkarabilmiş bir ligde şampiyonluk yaşaması. 2.'liği her zaman başarısızlık olarak gören, şampiyonluğa ulaşmak için her yol mübah mantığıyla oyunun tüm zevkini öldüren 3 büyüklere hak ettikleri dersi vermek, belki de Ergiç'in kariyerinin en değerli anlarından biri olacaktır.

10 Mart 2010 Çarşamba

Nayim'in Golü


FINAL RECOPA 1995
Uploaded by ttboy94. - Discover the latest sports and extreme videos.

Bir kayıt önce verdiğim fotoğraf, Nayim'in 119. dakikada Arsenal'e attığı gol ile daha anlamlı olacak diye düşündüm. Seaman'ın golden sonra kale içindeki durumu herşeyi özetliyor.

En İyi Futbol Fotoğrafları - 2



Fotoğrafçı: Gerard Vandystadt

10 Mayıs 1995, Parc des Princes, Paris. 1-1 biten maçın uzatma dakikalarında Nayim'in yaklaşık 45 metreden attığı gol ile Arsenal'i 2-1 yenen Zaragoza, o yıl Kupa Galipleri Kupasını müzesine götürmüştü. Fotoğraftaki ise, kale direğinin üzerine çıkmış Fernando Caceres. Tüm sezon gösterdikleri müthiş performansın ödülü olan Avrupa'nın iki numaralı kupasıyla unutulmaz bir poz veriyor.

8 Mart 2010 Pazartesi

Kılavuzu Karga Olanın...

Biraz önce Tv8'de Diyarbakırspor başkanı Çetin Sümer'in hafta sonu oynanan Bursaspor maçında olan olaylar hakkındaki açıklamasını izledim. Tüm yaşananlar ile ilgili İvankov ve Hüseyim Çimşir'i suçlamasını, taraftarın bu oyuncular tarafından provoke edildiğini söylemesini, hatta yan hakemin kafasına değil; sırtına gelen "minik" bir taşçık yüzünden yerlerde yuvarlanmakla suçlamasını hayretle takip ettim. Tüm bu olaylarl ilgili kulübünü savunan bir başkanla taş atan taraftar arasında fark göremiyorum. Taraftarına barış çağrıları yapıp alacakları cezayı sempati toplayarak azaltmak yerine, inceldiği yerden kopsun mantığıyla Diyarbakırspor'un bindiği dalı kesmek daha kolayına geliyor başkanın.

6 Mart 2010 Cumartesi

Kara Bela George Weah

Psg ile 1994'de Fransa şampiyonluğu, A.C. Milan ile 1996 ve 1999 yıllarında İtalya şampiyonluğunu kazanan, Ballon D'or sahibi tek Afrikalı George Weah'ın en güzel gollerinden bir demet. İzleyiniz Efenim.



Vur, Kır, Parçala. Bu Maçı Oynatma!





Diyarbakır-Bursa maçı 17. dakikada çıkan olaylar yüzünden iptal edildi. Bir basın mensubu, yardımcı hakem ve Bursaspor'dan birkaç futbolcu yaralandı. Durmak yok, yola devam!

5 Mart 2010 Cuma

Arjantin'de Olsa Ölmüştü!



City'li Tevez, Marca gazetesine takım arkadaşı Wayne Bridge ve Chelsea kaptanı John Terry arasındaki olay hakkındaki " Terry Arjantin'de olsaydı çoktan ölmüştü, benim ülkemde bir oyuncu takım arkadaşının sevgilisi ile ilişkiye girerse, tıpkı Terry'nin Bridge'in sevgilisiyle girdiği gibi, hayatta kalamaz." yorumuyla krizi bambaşka bir noktaya taşıdı. Arjantinli yıldız, bu açıklamasına "Benim mahallemde böle birşey yaparsanız, bacaklarınıza veda edersiniz." sözlerini ekleyerek, mahallesinin Arjantin'nin geri kalanından daha modern olduğunu vurgulamayı da es geçmemiş.

3 Mart 2010 Çarşamba

Milli Takım Taraftarlığı Nasıl Olur?

Dün Ali Sami Yen'de oynanan Türkiye-Slovakya Ümit Milli maçının ücretsiz olduğunu duyunca, arkadaşımla Stadın yolunu tuttuk. Yıllarca sayısız maçı sadece kale arkasından seyredebildiğim Sami Yen'e, sonunda numaralıdan girmek keyif vericiydi. Ancak yalana gerek yok, gerçekten kötü bir stad Ali Sami Yen.



Maça gelince, vasat altı bir maçtı diyebilirim. İkinci yarı toplam 9 oyuncu değiştirmemiz,Raşit Çetiner'in skorborda çok aldırmadığının göstergesiydi. 7 yıl yönettiği ve 2005'de istifa ettiği takımın başına tekrar geçmesi, arkadaşımla heyecanlanmamızı sebep olmuştu tabi. Ntvspor'un canlı yayınladığı maç ile ilgili fazla bişey söyleyemeyeceğim. Aslında vasat altı bile sayılamayacak bir maçtı ve tek golle kaybettik.

Yazımın bu maçın yorumu ile olmadığını başlıktan anlayabilirsiniz. Dün stada girdiğimiz an, tüm numaralı üst tribünün dolu olduğunu gördünce aslında bayağı şaşırdık. İlk yarı Fenerbahçeli Volkan Babacan'ın koruduğu, bizim takımın kalesinin hemen önünde yer bulduk. Daha 20. dakika olmamıştı ki; bizim sinirler çoktan oynamıştı. Yaklaşık 10 "futbolsever", hemen önümüzde oturuyordu ve Fenerbahçeli Volkan'a, haklı birer Galatasaraylı olarak sürekli küfür ediyorlardı. O anda üniversite yıllarımda ateşli taraftarı olduğum Galatasaray'ın, artık neden sadece sempatizanı olduğum hakkında bir sebebim daha olmuştu. 3 büyüklerin uluslararası futbolda milli takıma nasıl zarar verdiğini sürekli anlattığım arkadaşım galiba neler hissetiğimi anladı. Ancak, bu saçmalığın sadece Sami Yen'de olmadığını çok rahat söyleyebilirim. İnönü Stad'ında seyrettiğim Türkiye-Yunanistan maçı 0-0 giderken, 90+'larda kapalıda "Kartal gol, gol, gol" veya Şükrü Saraçoğlu Stad'ında seyrettiğim Türkiye-İsviçre maçında 2. golü yediğimiz an "Genç Fenerliler" bağırışları, o zaman da sinirlerimizi alt üst etmişti ve yanımda yine aynı arkadaşım vardı. Her zaman 3 büyüklerin kendi kavgaları yüzünden milli takımın iç sahada taraftarsız kaldığını düşünürüm. Ne adam gibi bir tezahürat yapılır, ne de rakip, stad sahibi kulübün avrupa maçlarındaki kadar baskı altına alınır. Hatta Türkiye deplasmanının rakipler için en rahat dış saha olduğunu düşünüyorum. Sıfır taraftar organizasyonu, sıfır bütünlük... Fatih Terim nefreti ile tıka basa dolan Saraçoğlu, Federasyon düşmanı İnönü, Fenerbahçeli futbolcunun kendi tuttuğu milli takımda oynadığını algılayaman Sami Yen.

Hayatımda Anfield'de hiç İngiltere maçı izlemedim. Ne San Siro'da İtalya'yı, ne Parc des Princes'de Fransa'yı, ne Barnebeu'da İspanya'yı, ne İduna Park'ta Almanya'yı, ne de Amsterdam Arena'da Hollanda'yı görmedim. Ama bu ülkelerin ezeli rekabetlerinin, milli takımlarına bu tarz bir hıyanet içinde olduklarını da hiç duymadım.

1 Mart 2010 Pazartesi

En İyi Futbol Fotoğrafları - 1



Fotoğrafçı: Ross Kinnaird

1998 Dünya Kupası, Fransa-Nantes. A Grubu'ndaki Brezilya-Fas maçı. Fas defansı formunun zirvesindeki Ronaldo'nun zıpkın hızıyla koşuya kalktığı anda çaresiz durumda. Aralarındaki hız farkı daha iyi anlatılamazdı.

Yeni Nesil Tugay'a Emanet

Geçtiğimiz hafta Galatasaray Başkanı Adnan Polat futbol takımının alt yapısının başına, takımın eski kaptanlarından Tugay' ın geçeceğinin müjdesini verdi. Şu anda alt yapının başında olan Hollandalı Evert Jan Derks ise sezon sonuna kadar Tugay Kerimoğlu'nun yardımcılığını yapacak.



Bu atama, yıllardır Türkiye'de alt yapısı adam gibi çalışan birkaç kulüpten biri olan Galatasaray'ın, bu yaş seviyesine yaptığı en iyi yatırım oldu. Her sezon küçük kulüplerin büyük oyuncularına şişirilmiş ücretler ödemek gibi bir geleneği olmayan sarı kırmızılıların şu anki kadrosunda bulunan Arda, Sabri, Uğur Uçar, Emre Çolak ve 18 yaşında Alman kulübü Rot-Weiss Essen'den alınan Barış Özbek'i ve yine aynı yaşta Bursaspor'dan alınan Serkan Kurtuluş'u sayarsak 6 oyuncu bulunuyor. Bu rakam, Galatasaray'la diğer takımların kadrosundaki alt yapıdan yetişmiş oyuncu sayıları arasında nicelik olarak çok büyük bir fark yaratmasa da, nitelik olarak dev bir fark yarattığı gün gibi açık. Sadece kulübün emeğinin simgesi olduğu için sempati duyulan oyuncular değil hiçbiri. Sabri'nin yaşadığı şizofrenik dönemi saymıyorum. Ama bu sezon o da çocukluğunu geçirdiği yerde sevilmemeye başladığını görünce silkinip kendine geldi.

Hal böyle olunca, alt yapının başına Galatasaray'ı avucunun içi gibi bilen birinin getirilmesi, normal olarak doğru bir karar. Ancak geleceğin takımının başına getirilecek kişinin Galatasaraylılığı tartışılmayacak biri olması doğru olduğu kadar, mental ve teknik olarak da yetkin birinin getirilmesi gerekmekteydi. Futbol'u Galatasaray'da Şampiyonlar Ligi seviyesinde oynamasına rağmen oyunu Britanya'da öğrenen Tugay'ın bu noktada çok doğru bir karar olduğunu düşünüyorum. Geçen gün yazdığım bir yazıda Milli Takımlar Eski Psikoloğu Acar Baltaş'ın Türk futbolcuların sahada en çok kendilerine yenildiğini söylediğinden bahsetmiştim. FM oynayanlar iyi bilirler, teknik ve fizik olarak muhteşem olan futbolcular mental olarak zayıflarsa, bal yapmayan arı misali top peşinde yaşlanır giderler. Ancak 9.5 sezon İskoçya ve İngiltere'de oyunu okuma, liderlik, basit düşünme, risk alma, öngörü, sinir kontrolü gibi kavramları baştan öğrenen Tugay, ağaç yaşken eğilir misali genç oyuncular için büyük bir fırsat.


Van Gaal'in Ajax'ta, Guardiola'nın Barcelona'da, Fatih Terim'in genç milli takımda yarattığı jenerasyonla A milli takım'daki 94-96 arasındaki ilk döneminde gerçekleştirdiği mucizeler, yıllar süren oyuncu-teknik adam beraberliğinin meyveleri. Tugay'ın Galatasaray'da oyuncuyken tadına varmayı son anda kaçırdığı başarıları teknik direktörken yaşaması dileğiyle.

27 Şubat 2010 Cumartesi

Pompey'e Acı Haber


112 Yıllık Geçmişe Sahip Portsmouth Yönetimi 70 Milyon Sterling Tutarındaki Borcunu Ödeyemeyince Kayyuma Devredildi.

Premier League ekiplerinden, 112 yıllık Portsmouth kulübü 70 milyon sterling tutarındaki borçlarını ödeyemeyince İngiltere futbol tarihinde ilk kez bir kulübün yönetimi kayyuma devredildi.

2008 yılında FA Cup' ı müzesine götüren Portsmouth, son yıllarda yaptığı pahalı ve hesapsız transferlerin faturasını ağır ödedi. Bu felaket birkaç yıl boyunca sürekli el değiştiren kulübün başına ilk defa gelmiyor. 1998' de kulübü benzer bir iflastan Milan Mandaric kurtarmış ve 2003'de Premier League' e kadar çıkarmıştı. 2006 yılında kulüp ile bağlatılarını kesen Mandaric' ten sonra Al- Faraj, Al- Fahim ve son olarak Balram Chainrai kulübün sahipleri olmuşlardı.

Yapılan açıklamaya göre yönetimi kayyuma devredilen kulübün bütün vergi borçları donduruldu. Kayyum' un yönetimin başına atadığı Andrew Andronikou ise "Öncelikle maddi giderleri minimuma indirmemiz gerekiyor" açıklamasını yaparak 600' e yakın kulüp çalışanına açık mesaj verdi. Kulübün üst düzey yöneticisi Peter Storrie, ''Bu, kulüple bağlantısı olan herkes için üzücü bir gün'' diyerek, kulübün yeni sahibi belli olmasından sonra istifasını sunacağını da belirtti.

Premier Lig'de son sırada bulunan ve kurallar gereği 9 puanı silinecek kulübün, böylece düşme hattının bir sıra üstündeki takımla arasındaki fark 17 puana çıkacak ve Premier Lig'de tutunması zora girecek.

FIFA, 18 Mart'ta yapacağı toplantıda İngiliz kulübünün durumunu ele alacak.

26 Şubat 2010 Cuma

Kara Listedekiler

Milli takımın Honduras ile oynayacağı hazırlık maçı aday kadrosu açıklandı. Listeyi görür görmez, beklediğimiz yeni kanın gelmesi için Hiddink' in takımın başına bizzat geçmesi gerektiği ortaya çıktı. Fatih Terim' in kara listeye aldığı ancak bu sezon üst seviyede futbol oynayan isimler kadroda yine yok. Oğuz Hoca vasiyete sahip çıkıyor anlaşılan. Öncelikle Sabri ve Gökhan Gönül seçimleri. Gökhan lig, kupa, avrupa derken bitkin. Sabri ise sakat. Bu durum altında Bursa' da bu sezon parlayan Ali Tandoğan nerede sorusu aklıma geldi. Ayrıca Kayserili Ali Turan' da bu sezon milli formayı hak edenlerden. Ama bu isimlerin yerine Fatih Terim' in prenslerinden Denizli' den Çağlar' a kadroda yer verilmiş. Necati' nin kupada oynanan her iki Galatasaray maçında yaptıkları ortada, en az Athletico Madrid forvetleri kadar etkiliydi hem içerideki hem dışarıdaki maçlarda. Keza Umut Bulut için de aynı şeyleri söylemek mimkün. 2010 yılının en etkili atak oyuncularından biri ligimizde.Gökdeniz ile Fatih Tekke isimlerinden bahsetmiyorum bile.

Rakipten Çok Kendimize mi Yeniliyoruz?


Hırs kontrol edilemediği zaman insanın kendine zarar veren sinire dönüşür. Bu akşam oynanan Galatasaray-Atl. Madrid maçında konuşulacak tek şey, Caner' in hırsının kurbanı olması. Madrid' in attığı golün şoku sürerken santraforsuz Galatasaray' ın Arda ve Keita işbirliği ile ispanyolların bir anlık rehavetlerinde bulduğu gol herkese "olur mu?" dedirtti. 73' den itibaren Caner, Arda, Keita diklemesine oyunla Atletic defansını hırplarken olan oldu ve Caner, Perea' yı birebirde süründürdü. Kolombiyalının açık penaltı olan elle müdahalesi görmezden gelindi yardımcı hakem tarafından. Caner' in şalterleri işte o anda attı. İki dakika arka arkaya gördüğü sarı kartlar ile yok oldu sol açık Galatasaray'da. Son dakikada, plase çalışmalarında gösterilebilecek ders niteliğinde bir vuruşla tur gitti Madrid'e.

Ancak asıl bahsetmek istediğim Caner' in verilmeyen penaltının cezasını rakip oyuncudan kesebileceğini düşünmesi. Milli Takımlar psikoloğu Acar Baltaş' ın birkaç yıl önce okuduğum röportajında "Bizim futbolcularımız sahada rakipten çok kendilerine yenilir." sözünün daha somut bir örneği olamaz. Arkadaşlardan genç çocuk, stresliydi gibi Caner sempatizanı yorumlar duyduğum anda kendi kendime "Acaba Cska Moskova' da oynayan, genç ve ümit milli takımla Avrupa ve Dünya kupalarına katılan ben miydim?" diye sordum.

25 Şubat 2010 Perşembe

Fas' ın Beckenbauer'ı 24 Yaşında Emekli Oldu














Levski Sofya ve Fas Milli Takımı' nın "Beckenbauer" lakaplı defans oyuncusu
Youssef Radeh 24 yaşında futbolu bıraktığını açıkladı.

Özel hayatı ile sürekli gündeme gelen genç defans oyuncusunun, gece kulüplerinde çekilmiş sarhoş görüntüleri Levski yönetiminin sabrını zorluyordu. Geçen yıl alkollü olarak araç kullanırken yakalanıp tutuklanması ise bardağı taşıran son damla oldu. Geçtiğimiz ocak ayında teknik direktör Georgy Ivanov ile hareretli bir kavga eden Radeh, 8 şubat tarihinde Levski yönetimi tarafından Rus Anzhi Makhachkala' ya satıldı.

Yeni takımının Antalya'daki kampına katılmayan Faslı futbolcu, Bulgar "Meridian Match" gazetesine "Benim gölgemi bile göremeyecekler, ben Anzhi' de oynamak istemiyorum ama Levski benim transfer paramı çoktan almıştır. Artık Levski'ye dönemem. Beni rahat bırakın" açıklamasını yaptı.

2005 yılından beri Fas milli takımlarında çeşitli yaş gruplarında oynayan Faslı Beckenbauer 24 yaşında futbolu bıraktığını açıkladı. İlerleyen günlerde FIFA neye karar verir bilinmez ama Radeh bu işten yakasını bu kadar kolay kurtaramayacak gibi görünüyor.

Şimendifer’in Sportif Yüzü


Ölü yaprak vuruşunun sahibi Michel Platini “ Bir futbol takımı, bir varoluş şeklini, bir kültürü simgeler” diyerek futbol kulüplerinin ve onlara karşı olan karşılıksız seviginin temelini tarihsel köklere bağlar. Galiba milyarlarca insanın bu basit oyunun peşinden böyle bir ihtirasla koşmasının, ortaçağ orduları gibi topluca aynı renkleri giyip bir meydanda toplanmasının sebebi bu kökler. Ancak her zaman etnik kökenlere dayanan bir kökten de bahsetmiyoruz. Modern dünyanın kimlikleri olan toplumsal sınıflar da bu köklerin en derine inenlerinden. Tıpkı demiryolları kuruluşlarında alın teri döken işçi gruplarının ki gibi.

Kapitalist düzenin temellerinin atıldığı sanayi devrimi, üretim gücünden sonra dağıtım ağına ihtiyaç duymuş, ucuz bir seyahat ve ulaşım olan trenler tüm dünyada demirbaş haline gelmiştir. İngiltere’ de ilk deplasmanlı liglerin trenler ve onların ucuz seyahat olanağı ile gerçekleşmiş olması, Kara Tren’ in Yeşil Saha üzerindeki etkisine en iyi örnektir. Giderek vahşileşen kapitalizm ve sömürgecilik sayesinden zenginleşen batı, sınıf ayrımlarının etkisini iyiden iyiye hissetmeye başlamıştı. Fakirin zengini “dövebileceği” tek alan ise yeşil sahaydı. Bu ortamda sadece bir top ve birkaç adam gerektiren, oynayanın fakir, zengin, siyah, beyaz olduğuna bakmayan tek oyun futbol her vardiya değişiminde şantiyelerin, fabrikaların değişmez oyunu olmuştu. 1850’ den itibaren başlayan klüpleşme sürecinde tüm sınıflar kendi kültürlerine ait takımları kurmuş, gerçek yaşamdaki mücadeleyi herkesin eşit olduğu tek yer olan çimlere taşımışlardı.

Avrupa’ da bu tür takımlara yüzlerce örnek verebiliriz. İngiltere’ de Darlington, Harrogate, Doğu bloğu ülkelerindeki Lokomotif  Moskova, Debrecini, Alman Lokomotive Leipzig, Rumen CFR Cluj gibi takımlar demiryolu işçilerinin takımlarıdır. 

 
Darlington Railway Athletic Kurucuları 

 



Yurtdışındaki bazı demiryolu kulüplerinin amblemleri: CFR Cluj, Lokomotiv Moskova, Darlington Railway Athletic, Debreceni.

Ülkemizde ise durum biraz daha farklı. Futbol 20. yüzyılın başında imparatorluk coğrafyasında bulunan gayrimüslimlerin tekelindeydi. Cumhuriyet öncesi kurulan birçok takım sınıf çatışmaları sonucunda değil; yerli halkı birleştirme ekseninde kurulmuştu. Cumhuriyet sonrasında, 29 haziran 1938’ de Beden Terbiyesi Kanunu’ na eklenen 3530 sayılı madde ile 500’den fazla işçi çalıştıran tüm kuruluşlar spora yatırım yapmak zorunluluğunda kaldılar. Yurdun dört bir tarafını demir ağlarla örerek cumhuriyet devrimini yurdun her köşesine taşıyan demiryolları da Demirspor’ ların, temel besin maddesi şeker ve hammaddesi pancar üreticisi devlet kuruluşları Şekerspor’ ların, ağır sanayi hamlesinin simgesi olan Demir-Çelik fabrikaları Demir-Çelikspor’ ların temellerini bu madde sayesinde attılar.

Dönemin Türkiye’ sinde tüm alanlarda insanın başını döndürecek değişimler yaşanırken, Demirspor’ lar spor alanında bu değişimin en önemli rollerinden birine sahipti. Ulaşım ağı neredeyse olmayan bir ülkenin ticari, sosyal ve siyasi açıdan rayına oturması için demiryolları şarttı. Devletin yatırımcı sınıfın eksikliğinden dolayı tüm ekonomik hayatı yeniden yapılandırma sürecinde, devlet kuruluşlarının spora yaptıkları yatırımın halkı spora yönlendirmedeki etkisi tartışılamazdı. Özellikle Demirspor’ ların. Türkiye Futbol Federasyonu kayıtlarına göre ülkemizde toplam 38 tane Demirspor bulunmakta. Bunların üçü (Adana, Nusaybin, Ankara) halen profesyonel liglerde alın teriyle mücadele ediyor.

Çalkantılı bir politik geçmişe sahip Türkiye’ de, bir devlet kuruluşunun takımı olmak her baba yiğidin harcı değildi. Kadrolaşma ve özelleştirme yağmalarıyla diğer KİT klüpleri gibi hırpalanan Demirsporlar’ da tek tek kapılarını kapatıyordu. Bu klüpler arasında en önemlisi herkesin aklına geleceği gibi Adana Demirspor. 1940 yılında kurulan kulüp başına gelecekleri anlamış olacak ki, 1969 yılında kuruluşla tüm bağlarını kopardı. Artık sadece kulübün ambleminde ve renklerinde kalan bir gönül bağlılıkları var TCDD ile aralarında. Adana Demirspor’ un Türk spor tarihindeki yerini sadece futbol ile kısıtlamak, bu köklü kulübe haksızlık olur. Adana Demirspor İstanbul, Ankara ve İzmir takımlarından sonra profesyonel futbol liglerinde mücadele etmiş ilk Anadolu takımı olmasının yanında, su topu liginde 17 yıl üst üste olmak üzere 29 şampiyonluğu bulunan bir takıma sahipti. Ayrıca Manş Denizi’ ni tüm zamanların en hızlı derecesi ile yüzme rekorunu 1976’ da kıran Türk yüzücü Erdal Acet’ de Adana Demirspor’ un yüzücüsüydü. 



Demirspor’ ların memlekete kazandırdıkları burada sayarak bitiremeyeceğimiz kadar çok. Hangimiz şampiyon güreşçi Hamza Yerlikaya’ nın Haydarpaşa Demirspor’ lu olduğunu, eski milli futbolcular Gündüz Kılıç’ ın Ankara Demirspor’ da oynadığını ,  Basri Dirimlili’ nin Eskişehir Demirspor’ da yetiştiğini,  1500 metre Balkan Şampiyonu Zeki Öztürk’ ün Sivas Demirspor’ da koşmaya başladığını biliyor. 



Yaşlıların deyimi ile Şimendifer (Fransızca chemin de fer), anlayacağınız adıyla demiryolları işletmeleri zamanında devletin yüklediği sporun lokomotifi olma misyonunu başarıyla yerine getirmeleri, inişi, çıkışı, virajı çok olan siyaset yollarında kaza yapmalarını engelleyemedi. Bu kazadan çıkan enkaza ise amatör branşlarda halen memleketin birçok ilinde spora hizmet ettiği için kocaman bir teşekkür borçluyuz.