21 Nisan 2010 Çarşamba

Git Kendini Çok Sevdirmeden

Garip milletiz gerçekten. En çok sevdiğimizin sürekli açıklarını yakalamaya, onu daha çok hırpalamaya çalışırız. Psikolojinin temel kurallarından biri olan kendini haklı çıkarma ve tutarlı davranma sürecini ise dost acı söyler atasözüyle perçinleriz. Önce havaalanında meşalelerle karşılarız, sonra tesis çıkışında yumruklarız. Hayatında hiç görmediği ilgiyi gencecik çocuklara gösteririz, tribünde ana avrat söveriz. Ama psikoloji ve insan ilişkilerinin en temel kurallarından bir diğerini, empati yapmayı hiç düşünmeyiz. Kendimizi senede 3-5 milyon kazanan bir gencin yerine koymayız.

Sadece futbolcularımıza karşı değil, neredeyse toplumun gözü önünde şan ve şöhret sahibi tüm insanlara davranış şeklimiz böyledir. Bir şarkıcı estetik yaptırır, her gece aynı yatağa girdiği kadının vücudundaki yada kendimizdeki estetiklerine bakmadan aşağılayacı ses tonuyla bunu haber yaparız. Filmi vizyona yeni girmiş bir oyuncuyu İstiklal'de sarhoş yakalar, aynı saatlerde yan sokakta kendimizin demlendiğini unutur, "ŞOK, ŞOK, ŞOK" çığlıklarıyla kitlesel medyayı bununla meşgul ederiz. 23 yaşında bir çocuk sevgilisine jest olsun diye sinema kapatır, bu kadar paraya ve şöhrete sahip olsak nasıl alemler yapacağımızın hayallerini kura kura bu çocuğu yerden yere vururuz.

Bizim sevgimiz böyledir. İki yüzlü bir toplumuz. Bunu bir kere kabul edelim. En can alıcı konularda bile çark ederiz göz açıp kapatıncaya kadar. Bayılırız kalem kırmaya, ceza kesmeye. Hele ki, biri sivrilmeye görsün. Hemen açığını ararız; onu ne kadar seversek sevelim. Bir de Galatasaray tribünlerinin karışık demografik yapısını bu işin içine katarsak daha anlaşılır olur bu duygusal iniş çıkış. Önce Fenerbahçe maçında daha bitime 20 dakika varken yenilen gol sonrası takımı ıslıklamak, bir dönem tabanlarımı şişirdiğim, gırtlağımı patlattığım tribünlerden tiksirdi beni. Hiç mi "Comeback" diye bir terim duymadınız? Hiç mi bu takım 1-0'dan maç çevirmedi? Bu kadar mı güvensizsiniz takımınıza?

Aynı taraftar her maç öncesi 22 yaşında Galatasaray kaptanı olmuş Arda'yı, 9 sezondur sarı-kırmızılı formayı giyen Ayhan ve kandisinden yaşça büyük olan ve alt yapıdan yetişen Sabri'ye rağmen, büyük kaptan diye tribünlere çağırmakta hiçbir sorun görmüyordu. Ta ki, sinema kapatma, 20.000 euroluk ceket gibi saçma sapan konular gündeme gelene kadar. En sevdikleri adamı, kaptanlarını saha dışı olaylar yüzünden ıslıkladılar, canını yakmak için şarkılar bestelediler. Beste olayına değinmek istiyorum. 3 büyükler arasında en cansız taraftar kesinlikle Sami Yen kitlesidir. Hep aynı tempo, aynı şarkı... Arada takım gaza geldimi "Re, re, re, ra, ra, ra" başka bi numarası yoktur sözde cehennemin. Bunu "Biz cehennemi Galatasaray'ın stadı zannediyorduk, ama asıl cehennem burasıymış. Burasının cehennemden tek farkı herkes beyaz giyiyor" sözleriyle Beşiktaş-Tottenham maçı sonrası Tottenham'ın teknik direktörü Martin Jol en iyi şekilde dile getirmişti. Böyle bir taraftar kitlesinin takımları için hiçbir şey üretmiyorken, skora dönük en üretken adamı böyle yermesini, canını yakmasını açıklayacak tek kavram sırttan bıçaklamaktır.



Biz sevdiğimize böyle davranıyoruz işte. Canını yakmaya, kalbini kırmaya, onun kafasını allak bullak etmeye çalışıyoruz. Yeter ki, bu adam hatalar yapsın, sahada düşüş göstersin. Biz de haklı çıkıyoruz böylece. Acaba kıskanıyor muyuz bu insanları? Aldıkları paralar, yaşadıkları hayat, yaptıkları işle bizi ne kadar mutlu etseler de, maç bitip kendi hayatımıza döndüğümüzde bizi kıskançlık duygusu içinde ihanete mi zorluyor? Durum bu ise Arda'ya tek şey tavsiye edilir, git abicim kendini çok sevdirmeden. İngiltere olur, İspanya olur, İtalya olur. Yeter ki git, kurtar kendini!

2 yorum:

  1. İngiltere'ye gitmesin. Terry gibiler, Sinem yengemiz için tehlike oluşturabilir.:)

    YanıtlaSil
  2. Kırsın dizini otursun evinde o da:)

    YanıtlaSil